ŞİİLİK DİNMİDİR YOKSA MESHEP Mİ/
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İMAMET İMPARATORLUĞU NEDEN ÇÖKMEZ? SONUÇLARININ İSLAM TOPLUMLARINA MALİYETİ

Aşağa gitmek

İMAMET İMPARATORLUĞU NEDEN ÇÖKMEZ? SONUÇLARININ İSLAM TOPLUMLARINA MALİYETİ Empty İMAMET İMPARATORLUĞU NEDEN ÇÖKMEZ? SONUÇLARININ İSLAM TOPLUMLARINA MALİYETİ

Mesaj  Talha Ptsi Kas. 09, 2009 4:36 pm

Şiilikte imammet imparatorluğunun neden hiç sarsılmadığına hakikatlerin bazı alimlerce ortaya cıkarılmasına rağmen neden görmezden gelindiğine imamet makamının getirilerine bakarak cevaplamak daha doğru olur. ŞİA inancında toplanan verginin beşte birinin imamlara verilmesi hususu ile toplanan zekatın fakirlere doğrudan değilde imamlar vasıtasıyla verilmesi meselesi irdelendiğinde ortaya çıkacaktır.
Şia toplumlarında fikri ve sosyal gerilmelerin çok olduğu bunun sebebi de mezhep liderlerinin peşine düşüp hiç sorgulama yapmadan sosyal ve manevi hayatlarını düzenlemeyi onlara vermelerinden kaynaklandığı ilmi araştırmalar neticesinde belirlenmiş bir husustur. Tabi bütününü böyle değerlendirmek insafsızlık olur. Bunların içinde farklı olanlarıda söylemek mümkündür.
Ancak, bu liderlerin çoğunluğu “Büyük Kayboluş” tarihinden günümüze kadar, Şiiler’in akıllarındaki fikri bidatı kontrollerinde tutmaktadırlar. Şurası hakikattir ki, bu liderlerin fikirlerinin sınırlı ve kapalı olması, Humus adı altında Şiilerin mallarından elde ettikleri mali imtiyazlar ile Şiileri kontrollerinde tutacak mutlak güce sahip olduklarını iddia etmeleri gözlerdeki perdenin kaldırılmasını ve Dünya malına tenezzül etmeden vazgeçmelerini engellemiştir. Tarihten günümüze kadar Şiilerin mezhep liderleri kendi cematlerinin uyanmasını engellemiş onlarla alay edercesine oynamışlardır.
Bu husus daha önce Şii olan bir mazlumun Şiilikten neden kaçtığının ifadesi bizi aydınlatacaktır. Hikayeyi nakleden Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Süleyman Ateş
Alıntı aynen nakledilmiştir.
“Bağdad'da önce şii iken sünni olan bir gencin anlattıklarına ve benim de bizzat Bağdad ve Necef teki müşahedelerime göre şia arasında dini inanç ve tatbikat şöyledir:
1- Dua: Şiaya mensup her fert oturur, kalkar "Ya Ali" ve "Ya eba'l- Hasan al-avnu mink: Ey Hasan'ın babası, yardım sendendir", "Ya eba'li ğays ğisni Ye ya Ali edrikni: Ey yardımcı hana yardım et, ey Ali bana yetiş", "ya hadıra'ş-şeddih ya Eba'I-Hasan Ali: Ey dar zamanlarda yetişen, ey Hasan'ın babası Ali" gibi hitaplarla Hz. Ali'den istimdat ederler. Hz. Ali gibi öteki imamlardan da yardım isterler ve her birine ayrı özellikler verirler. Örneğin: Hz. Hasan'ı ziyaret etmenin vacib ve Beytullah'ı haccetmeğe bedel olduğunu söyler, onun adiyle yapılan duanın kabul edileceğine inanırlar. Ahbas ibn Ali (r.a.) nin delileri ve bunakları iyi ettiğine inanırlar, şifa bulmak için çeşitli yerlerden kabrini ziyarete gelirler', adaklar adarlar. Adağını yerine getirmeyenin başına bela geleceğine, fakir düşeceğine inanırlar. Ziyaret esnasında şöyle yalvarırlar: Ya Eba ra'sal-harr, ya Ebiı'l-Fadl al-Abbas, ya Kamera beni Haşim: Ey sıcak haşın babası, ey Fadl'ın babası Ahbas, ey Haşim oğullarının ayı". İki hasım, gerçeği ispat için Hz. Abbas'ın huzurunda yemin eder. Türbenin önüne oturur, Hak adına Ye onun adına and içerler. Huzurunda yalan yere yemin edenin deli ve bunaklık gibi bir kötülüğe yakalanacağına inanırlar.
İmam Musa Kazım'ı, "İhtiyaçların görüldüğü kapı" diye nitelerler. Onu ziyaret edenin dileği olur, derler. Türbesi, dileklerinin olması için her taraftan gelen ziyaretçilerle dolup taşar. Bu tür inançları orada bulunan görevliler de kuvvetlendirmeğe çalışırlar. Halkın dikkatini çekmek için türbelere özel sıfatlar verirler, onları ziyarete teşvik edici sözler söylerler. Tabii ne kadar ziyaretçi gelse hizmetlinin o kadar yararı vardır. Dileği yerine gelen kimse türbedara ya bir koç, ya da para verir. Adağını ona bırakır .. Orada bulunan hizmetliler, ziyaretçilerden bir şeyler koparabilmek için riyakar, yalaka bir yüzle ziyaretçilerin etrafında dört dönerler. Hatta bazen teberrük için ziyareti makbul olsun
diye ziyaretçiyi türbenin demir parmaklığına bağlarlar. Türbeleri ziyaret etmenin de kendine özgü adabı vardır: Ziyaretçi, de kapıdan eğilerek ve essela mü aleyke ya seyyidi ve ya mcvlaye ya hadıra'ş-şedaid ya Eha'I-IIasan Ali" diyerek girer. Kabre
yaran iç kapıya gelince kapıyı öper, eşiğin sol tarafına geçip eşiği öper, dua eder, dilek diler, kendisini Allah'a yaklaştırmasını, kıyamet gününde kendisine şefaatçi olmasını imamdan ister. Kabe etrafında döner gibi türbenin etrafında döner. Türbenin parmaklıklarına ellerini sürer, öper. Tiirhede namaz kılar. Fakat namazda kabri, arkasına veya yanına değil, önüne alarak kılar. İmamın kendisine imamlık yaptığına inanır. türbenin önünde namaz kılmak caiz değildir. Tabii namaz kılarken öteki ziyaretçiler önünden gelip geçerler. Bir sıkıntı zamanında Hz. Ali'den istimdat ederler. Hz. Ali, sıkıntı ve belaları açan, belaları savan, dar zamanlarda yetişendir. Hasta şifabulmak için, hamile kadın kolay doğrıırmak için Hz. Ali'den yardım ister.
2) Namaz: Şiaya göre secde yalnız temiz toprak üzerine yapılır . En temiz toprak, Kerbela toprağıdır. Onun için secde yerine kerbela çamurundan yapılmış, türbe dedikleri ufak bir şey koyar, onun üzerine secde ederler. Bu türbenin, Hz. Hüseyin 'in kanıyla sulanmış toprak olduğuna inanırlar. Bu aynı zamanda Ca'feriliğin bir sembolüdür. Bunu ceplerinde taşırlar. Şayet Iıu yoksa bir yaprak veya toprak üzerine secde ederler. Bu toprak onlarca mukaddestir, ayakla çiğnenmez. Hatta
bu toprağın hastalıklara şifa olduğuna, acıları dindirdiğine inanırlar. Cemaatle namaz kılarken akıl almaz bir bid'atleri daha vardır: Önde, imamın karşısında büluğa ermemiş hir çocuk oturur, "Allahü ekher" dcr, cemaat namaza başlar. Çocuk "Allahü ekber" der, cemaat rükü ve secdeyc gider. Cemaat, Lu çocuğun verdiği komutlarla namazı
kılar. Yalnız Necef'tc dikkat ettim, cemaat namaz kılarken bu çocuk elleriyle oynuyor, bir şeyler yapıyordu. Ayrıca yazın şiddetli sıcaklarda imamın önünde bir adam durur, yelpaze ile imamı serinletmeğe çalışır. İmamiyye ye göre de namaz beş vakitti •.. Fakat bazı hadislere dayanarak öğle ile ikindiyi; akşamla yatsıyı birlikte kılarlar. "Beş vakit kılmak eftaldir. Fakat iş güç sahiplerine kolaylık olsun diye beş namazı üç vakitte kılmayı tercih ediyoruz" diyorlar.
3) Zekat: Zekat nasıl toplatılır ve dağıtılır? Şiilere göre zekatı bizzat mal sahipleri fakirlere verilmesi caiz değildir. Mal sahibi, zekatını alimlerden birine verecek, o da bunu fakirlere dağıtacaktır. Çünkü alim, fakirleri daha iyi bilir. Irak, Kuveyt, İran, Pakistan, Arap Körfezi emirlikleri ve diğer İslam ülkelerindeki Şiilerden toplanan zekatlar, dağıtılmak üzere Necef'teki şii âlimlerine getirilir. Gelen zekat miktarı, adaletle dağıtılsa, bütün yoksulların önemli ihtiyaçlarını karşılayacak derecede çoktur. Acaba bu paralar fakirlere kayikiyle dağıtılır mı? Hayır. Biraz zekat alıp ihtiyaçlarını karşılamak için gelen fakirler, bu alimler tarafından asık suratla karşılanır ve eli boş döndürülür. Bu paraların çoğu, muhterem şeyhlerin kendi ailelerine ve yakınlarına sarf edilir. Bu alimlerden hangisi. nin evine gitseniz büyük konfor içinde yaşadıklarını görürsünüz. Her evin bir yüzme havuzu vardır. Yazın, kadın erkek, çoluk çocuk burada
yüzerle özel otomobili ,"ardır. Zira muhteremleri yaya camie gidemez, yaya yürümek,
hazretin şerefine yakışmaz. Peki bu köşkleri, arabaları, bu lüks hayatı nereden buldular? Kendi alın teriyle mi kazanıp satın aldılar bunları? Kendilerinin din ticaretinden başka bir sanatları var mı? Hayır. Onlar, gelen zekatleri bu lüks hayatı sürdürürken, zekatın asıl müstahikleri fakirlikten inlemektedirler. İmamlardan sonra Müslümanların halifesi olduklarını iddia eden bu adamlar, neden beytülmalin lambasını, kendi özel işlerinde yakmayan, Müslümanların bir iğnesi dahi kendi zimmetine geçmesin diye titreyen Hz. All gibi hareket etmezler? Zekatı zimmetine geçiren, nasıl imamın halifesi olduğunu iddia edebilir?
Not: Bu sözler, bizzat Bağdat'lı, önce Şii iken sonra sünnı olan gencin
sözleridir? Özetle tercüme edilmiştir.r. Yemeleri, içmeleri gayet lükstür. Her birinin en güzel markadan(Süleyman Ateş İmamiye şiasının tefsir anlayışı 171-

Sonuç olarak imamet mevzusunun Şiilikteki görüntüsü bu! Makul bir anlayışla konuyu masaya yatırırsak,
imamet mevzuunun Şiilikteki görüntüsü bu! Makul bir anlayışla konuyu masaya yatırırsak
Zaman zaman din çatışması haline bile dönüştüğü görülen bu konu tarihten günümüze sürdürelegelen Sünni şii itilafı, İslam dünyasının içinde bulunduğu şartlar bakımından da çok hayati bir sorunu teşkil etmektedir. Bunun sebeplerinden biri de tarihte olan bitenleri bugün de aynen devam ettirme çabasından kaynaklandığı görülüyor. Oysa tarihte olanlar tarihe maal olup gitmiştiri. Ayrıca bu ayrışma yani mezhep olgusu sadece teolojik ya da kelamı bir olgu değil aynı zamanda siyasi boyutu olan da bir husustur. Meseleye bakarken bir bütün olarak ele alınması gerekir. Yoksa bu siyasi gelişmelerin tartışmaların içine kendimizi bırakırsak eski hastalıkları tekrar hortlatılmasından daha derinden ayrışmanın bölünmenin parçalanmanın etkisinden kurtulamayız.
Burada asıl olan mezhepleri din olarak görülmemesi. Kur’an ve sünnetin ışığında hareket edilmelidir. Tarih bilinmeli ancak referans alınmamalıdır. İslam Dünyası Tarihi meselelerle dini meseleleri ayırt etmek durumundadır. Ayrışmaya sebep olan ortada sadece birtakım rivayetler vardır. Bunların Peygamberimize aidiyeti kesinleşmedikçe bunların din olduğundan söz edemeyiz. Kaldı ki bazı şeylerin Peygamberimize aidiyeti bile yetmiyor, acaba Peygamberimiz bize bunu din olarak mı sundu yoksa o günün ihtiyaçlarına siyasi bir yaklaşım olarak mı sundu? Hangi amaçla sunulduğunun da bilinmesi lazımdır. Yani bizim Usul-i Fıkıh’ta Hz. Peygamber’in tasarruflarını, sözlerini vs. farklı kategorilerde değerlendirdiğimiz gibi bir imamet konusunu peygamber vazetti mi, peygamber genel geçer bir kaide gibi mi söyledi, söyledi mi? söylemedi mi? şeklinde değerlendirmeliyiz. Burada ciddi bir metodoloji devreye giriyor. Mütevatir mi, ahad mı, ahad haber kesin bilgi mi ifade eder? Tarih boyunca Şii gelenekte de Sünnilikte de Mutezililerde de muazzam tartışmalar olmuştur. Bir rivayet sana göre sahih bana göre değil ise artık burada dinden söz edemeyiz. Burada yorumdan söz ederiz. Din konusunda zanni bilgi değil kesin bilgi gereklidir. Yakıni bilgi lazımdır; o da Kur’an’dır. Ve Peygamber’in, herkesin üzerinde ittifak ettiği hayatı vardır.
Bilginin doruğa ulaştığı şu günde en somut bir olayı bile, yüzlerce bilim adamları yazar çizerlerin farklı şekilde yansıttığı gözden kaçmamaktadır. Peki, bunların hangisine kimin yorumuna inanacaksın. Tarihteki olaylarda böyle. Kaldı ki o zamanın şartları bugüne göre son derece yetersiz doğru bilgiyi anlama ya da aktarma zorluğu bulunmaktaydı. Pekiyi o zaman bu işin neresinden başlamalı?
Bugün Şiiler çok haklı olarak şu soruyu sorabilirler mesela “Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından hadis almamıştır?”. Bu çok makul ve mantıklı bir soru bu mevzuu hadis bölümünde ele alınmıştı. Bunun yanında Şiilerin hadis külliyatına baktığınızda Sahabeden de yani ehlisünnet den de hadis almadığını görürsünüz. Yani bu tek taraflı bir şey değil. Hatta Şiilerin kullandığı birçok hadisi ve kuran-i yorumu ehlisünnet kaynaklarında bulmak mümkündür. Ama tersini bulmak mümkün değil. Sünni kaynakların Şiilerde tercümesi bile yapılmamaktadır. Yani bura da sen ben olmamalıdır. Birde Şiiler; Sünni olan herkesi Beni Ümeyye, veya Yezid savunuculuğu yapmak durumundaymış gibi bunlarla özdeşleştirerek Yezidi, yanlısı olarak lanse ediyorlar. Bu ön yargıdan çıkmalılar. Bunun asla böyle olmadığını bilmelidirler.
Bu çerçevede şunu söylemek lazımdır ki ister Şia hadis kaynaklarında isterse Sünni hadis kaynaklarında yer alsın bütün rivayetler Kuran ve Hz Peygamberin hayatı çerçevesinde incelenip karar verilmesi gerekir. Tabii bunun sonuca da iki kere iki dört eder neticesinin çıkmayacağı bilinmelidir. Bu bir süreçtir bugünden yarına orta yolu bulmak mümkün değil. Ancak düşmanlığı körükleyecek olan Sünnileri Şiileştirme Şiileri Sünnileştirme çabası içine girmeden kelamı anlayışı mantığı ile tekfir etmeden,objektif aydın ilim adamlarının caba ve samimi gayretleriyle bir yol alınmalıdır.

peygamber ve devlet başkanı olmasına rağmen sürekli istişareyle götürmüştür işleri. Hatta çok haklı olduğundan emin olduğu durumlarda bile, Uhud Savaşı’nda olduğu gibi, alınan kararın yanlışlığından emin olduğu halde sırf istişare sonucuna boyun eğmiş olmak için ‘tamam dışarıda savaşalım’ dedi gençlere. Hz. Peygamber 17–18 konuda istişare yapmıştır. Tamamında istişare sonucuna uygun hareket etmiştir. ‘Hayır, benim dediğim olacak’ diye dayatmamıştır. istişare yapılır ama imam bildiğini okur davranışından uzak Hâlbuki Kur’an’daki böyle değildir. İstişare sonucu bağlayıcıdır; Peygamberimiz bile boyun eğiyor. Tamam, peygamber soyundan biri gelsin diyelim. Ama kendileri de bunun mantıksızlığını biliyor ki, mesela Ahmet el-Kâtip kitabında şunları anlatıyor: Şia’da 12. imam gelmeden devlet kuramıyorsun. Yasak. Zekât toplayamıyor, cihad yapamıyorsun. Humeyni “12. imam gelmedi diye İslam’ın bu kadar emirleri muallâkta, boşta mı kalacak?” diyor. Onun üzerine Humeyni Irak sürgünü esnasında ve velayet-i fakih nazariyesini geliştiriyor, yani biz 12. imama vekâleten devleti kuralım diyor. Ahmed el-Kâtip bunu daha ileri noktalara götürüyor. Humeyni bile buradaki tersliği görüyor. Yani 10 asır geçmiş hala 12. imam gelecek; gelmeden devlet kuramıyoruz, hâlbuki dunyada zulüm zulüm üstüne… Yani 12. imam gelene kadar Müslümanlık yaşanmayacak. Humeyni’nin zekâsı bu. Ahmed el Kâtip Humeyni çizgisini daha da ileri götürüyor : “Aslında Humeyni’nin teşebbüsüne de gerek yok çünkü 12. imam diye biri yaşamamıştır. Böyle biri tarihte hiçbir zaman olmamıştır. Tam aksine 1–2–3–4. yy.larda Ehl-i Beyt çevrelerinde şura prensibi egemendir. Dolayısıyla biz ona dönelim. Yani mesele şudur: Müslümanlar kendilerini kim yönetecekse kendileri karar versinler. Burada Sünniler de kendilerini eleştiriyorlar. Nevin Mustafa’nın “İslam’da Muhalefet” diye kitabı var. Şimdi saltanatı seven bir tane Müslüman var mı? Herkes diyor ki ‘karar alınacaksa danışılsın’ vs… Şura ile ilgili ayetlerin anlamı ‘hepimizi ilgilendiren bir işte kararı da hepimiz ortak alacağız’ demektir diyor Fazlurrahman. Yani bir kişi bildiğini okumayacak. O zaman Şii-Sünni oturup tartışmalıdır.

Talha
Admin

Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 09/11/09

http://talha95.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz