ŞİİLİK DİNMİDİR YOKSA MESHEP Mİ/
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Şiilik İslam İçin Yeni Bir Ümit mi?

Aşağa gitmek

Şiilik İslam İçin Yeni Bir Ümit mi? Empty Şiilik İslam İçin Yeni Bir Ümit mi?

Mesaj  Talha Ptsi Kas. 09, 2009 1:00 pm

Şiilik İslam İçin Yeni Bir Ümit mi?

Şiilik İslam İçin Yeni Bir umut olur mu düşüncesi, Humeyni’nin Şah rejiminin direncini kırarak yıllar süren sürgün hayatını bitirip büyük bir gösteri ile ülkesine dönmesi ve halkının büyük coşkusuyla karşılanması ile başlamıştı. Bu geliş bütün islam âlemini etkilemiş, ilk söylemleri ve mesajları Müslümanlar arasında büyük sempati toplamıştı. Yüzyıllardır içine kapanmış kurtarıcı bekleyen şia, tarihteki islam düşmanlarının yanında yer alma geleneğini yıkarak mezhepsel ayrılıkları aşarak birliğe katkı sağlayacağı daha da ileri giderek liderlik edeceği umudunu uyandırmıştı.

islam düşmanlarının islama bakışı ve yok etmek üzere geliştirdikleri stratejiler karşısında İran dışındaki islam ülkelerinin sıfır direnci, Humeyni den çok farklı beklentiler uyanmasına neden olmuştu.. Humeyni ye kısa zamanda Müslüman halkların bu kadar güven duymaya başlaması, yerlerde sürünen islam bayrağını taşımaya ve yükseklere taşımaya namzet bir lider olarak algılamasının geçerli sebepleri vardı. Hz Peygamberle başlayan sahabe tabiin ve diğer nesiller tarafından islamı dünyaya yayan ve asırlarca oralarda yaşatan ve belki kıyamete kadar silinmeyecek derin izler bırakanların nesilleri yaklaşık üç asırdır kendi içinde ülkelere bölünmüş parçalanmış bir yapı oluşturmaktadır. Bu devlet ya da devletçikler ehil olmayan yönetimlerin eline düşmüş birçoğu kendi insanı ile kavga halinde. Bu ülke yönetimlerinin islama bakış tarzı herkesin malumu! Kendi dini ve vatandaşı ile savaş halinde. Kendi iktidar ve saltanatlarını sürdürme adına emperyalizmin istek ve arzularından reddedebilecekleri her hangi bir şey bulunmamakta.

Bu gerçeğin ışığında bu iki tarafın yönetimlerini kıyaslayınca siyaseten Humeyni yi desteklememek mümkün değil gibi görünmekteydi. Hâşâ Allahın isteği de sanki bu yönde gibi algılanmaya başlamıştı. Bu şartlarda Müslümanlar ve antiemperyalistler için Humeyni’yi sevmek moda olmuş, farklılıkları fark etmek yerine, ortak anlayışların belirginleşmesi herkes tarafından söylenmese de benimsenmiş görünüyordu. Bu heyecan Humeyni nin icraatlarının ortaya çıkmasına kadar ancak sürebildi.
İşte bu atmosferin etkisinde iranla ilgili her şeyin okunma isteği herkes de olduğu gibi bende de oluşmuştu. İlk okuduğum kitap İran anayasasıydı. Anayasalarında İran’ın dini “islam”ı göreceğimi herkes gibi ben de umut ediyordum. Ancak, gördüm ki; kıyamete kadar değişmeyeceği vurgulanan CAFERİ mezhebi iranın değişmez dini olarak anayasalarında yer almaktaydı. Bunun akabinde caferiligin yani Şiiliğin ne olduğunu öğrenmem gerekti. O günlerde. Allahtan ki bir arkadaşım Humeyni ve İslam diye Türkçeye tercüme edilmiş bir kitap vermişti. Caferi hadisleri ve konuların Humeyni dilinden açıklamasının olduğu bir kitaptı. Bu kitap kafamı karıştırmıştı. İslam kültürü ile taban tabana zıt şeyler içeriyordu. Bu görüşler nerden çıkmıştı. Meselenin aslını öğrenmek için ulaşabildiğim kaynakları taradım. Araştırdığım kaynaklarda Sünnilik ile Şiilik arasındaki farklardan hiç bahsetmiyor Şiiliğin propagandasında ve bazı tarihi olayların ajitasyonunda zirveye çıkılıyordu. O yıllarda Türk kökenli Caferiler şii kitaplarını tercüme ederken Sünni kesime dokunan onu yaralayan bölümlerini tercüme etmediklerini ya da tercüme ettikleri kitaba koymadıklarını sonradan öğrendim. Sebebi ise; okuyucu Şiilik ile Sünniliğin bir farkının olmadığı kanaati ile Şiiliğe yaklaşsın ve aldanması kolay olsun diye..

Humeyni ve islam adlı kitap da ki bilgileri o günlerdeki şii sempatizanları ile tartışdığımızda bu kitap Amerikan ajanları tarafından Humeyni yi kötülemek üzere yazıldığı tamamen uydurma bir kitap olduğu cevabını veriyorlardı. Hâlbuki kitap da dipnotlarda kaynak isimleri belirtiliyordu. Ama Farsça bilmeyince bu kaynaklara ulaşmak mümkün olmuyordu. Sonuçta yılmadan araştırmaya devam ettim. Bu konu ile alakalı genel bir bilgiyi Prof. İhsan İlahi Zahir in “Şianın Kuran İmamet ve Takiyye Anlayışı” adlı kitabında buldum. Daha önceki edindiğim bilgilerin de CİA kalıntıları olmadığını öğrendim. Şaşkına dönmüştüm ama gerçeği artık kavramıştım. Demek ki, Humeyni mezhepçilik yaparak islam bayrağını değil, bölünmüşlüğün mezhep çatışmasının bayrağını yükseltmeye gelmişti. Kendimce bu konuya detaylı bir şekilde araştırmak gerektiğine inandım ve yıllardın araştırmaktayım. Gördüklerimi inananların birbirine en yakın olmaları gereken dönemlerde farklılıkları kaşımanın insanlığa özellikle de Müslümanlara hiçbir yararının olmadığını düşünerek sonucları bugüne kadar kendime sakladım. Ancak bu sürecin toplumumuzdaki yansımasına baktığımda dünkü siyasi sempatizanlığı ile olaya yaklaşanların bugün Şiilerle bir olup Ehli Sünnet arasında yürüttükleri davet çalışmalarını sinsi metotlarla sürdürdüğünü görmekteyim. Dikkatli bir araştırma verileri bu çalışmaların yani Şii yayılmacılığının ülkemizde olduğu gibi Özellikle de Mısır, Sudan, Tunus, Cezayir ve benzeri tamamı Sünni olan ülkelerde büyük bir hızla sürdürüldüğünü artık her vicdan sahibi tarafından dillendirilmektedir. Hatta bu gelişmeyi İran Mehr Ajansı'nın Arap ve İslam ülkelerinde Şii mezhebinin yayıldığını ilan etmesi ve bunu Ehli Beyt'in mucizelerinden biri sayması olayın kendini Müslüman aydın sayanların vahametini göstermektedir. Yayılmacılık metotlarında kullandıkları argümanların; sahabe düşmanlığı, hadis inkârı, ehlisünnet kitaplarını yanlış yorumlama, kendi kaynaklarındaki iddialarını ispatlama adına “ehlisünnet kaynakları da bu görüşü destekliyor” diyerek kendi inançlarına destek sağlama, metnin bütünü değil parçalayarak işlerine geldiği kısımların istismarı, yine bu metinler üzerinde ilave ve çıkarmalar yapma, Kuranda bahsedilmeyen hususları var gibi gösterme, tevil, inkâr, hissiyat gibi birçok şeyi bir arada kullandıkları gözden ırak tutmak mümkün olmamaktadır. Tarihte olduğu gibi dini temelinden sarsacak tehlikeli bir oyunun bir parçası olmayı sürdürdükleri maalesef ki ap açık ortadadır. Bütün bunlardan başka, ehil-i sünnet uleması hakkında yaydıkları yalan ve iftiralar bu çalışmalarının bir başka halkasını teşkil etmekte. Özellikle Lübnan’daki Hizbullah ordusunun popülaritesinden faydalanarak Müslüman memleketleri kasıp kavuran Şiî davetçilerin her yerde boy gösterdiği Şia inancını toplumlarda hâkim kılma faaliyetleri görülmeyecek gibi değil. Siyasi yakınlığı dini yakınlığa çeviren sonradan dönmeler inanç akidesinin ve şianın ne olduğuna bakmadan, bilgi edinmeden hatta buna ihtiyaç bile duymadan son derece cahilane bir tutum ile Cihadı ve “Şiî-Sünnî kardeştir” söylemini istismar ettikleri, bunu şii inancının güçlendirmek adına, ehlisünnet inancına hakaret etmeyi ve Şiîlerin faziletlerini sayıp dökmeyi kendince bir meziyet saydıkları da meydanda. Hatta bu alanda boy gösterenler bazı şii sitelerinde "Ben Ehli Sünnettim. Sonradan şii oldum eğer şii olmasaydım dinsiz olurdum. Dinsizliği tercih ederdim!" sözlerini övünç olarak vurgulamaya başladılar.. Bütün bunlarla birlikte, son yıllardaki Müslümanların içine düştüğü durumdan ortada. Irak, Afganistan, Filistin, kara bağ, Çeçenistan ve daha başka birçok yerdeki zulüm malum. Sonuçta İran’ın amacı emperyalizme islam düşmanlarına, Siyonizm’e karşı ortak bir mücadele azmi ve tavrı içinde olmak olsa! Amenna. Hangi Müslüman bu düşünceye itiraz eder. İtiraz edenin Müslümanlığından şüphe duyulmaz mı? Ama olayın gerçeğine bakınca İranın bu olaylar karşısında son derece ince bir siyaset güderek öncelikli Şiilik değil Fars çıkarları perspektifi çerçevesinde konulara yaklaştığı saklanır gibi değil. Mesela kara bağ hadisesinde Azeriler kendi mezheplerinden olmasına rağmen Azerilerin yanında yer almayıp Hıristiyan Ermenistan’ın yanında yer almaları bunlardan bir tanesi.

Bir daha aynı oyuna düşmeme adına tarih boyunca şiacıların Müslümanları ve islamı gelişmeleri arkadan yüzlerce defa hançerlemesi unutulacak gibi değil! Buna karşı intikam adına değil tedbirli olmak gerekliliği vazgecilmez bir husustur. Çünkü bizim inancımızda intikam diye bir şey yoktur. Biz kitap ehlidir diye haclı zulmünden inim inim inleyenYahudilere şefkat göstermiş bir inancın mirascılarıyız. Biz İran ateşpereslerine karşı Bizans hırıstiyanlarının muzafferiyeti için dua etmiş bir neslin yadigarıyız. Bugünde İslam düşmanlarına karşı aynı Allaha ve Peygambere inanç birliğimiz olan bu insanların yanında olmaktan daha doğal ne olabilir. Ançak bu bizim onlara karşı arkamızı dönmemiz gerektiğini de gerektirmez. Çünkü adı geçen nesil on üç asırlık bir süreçte şii olmayan Müslümanlara karşı tutum ve davranışları çok bildik bir vakıadır. Bunların sinsi yaklaşımların üzeri açıldığında yine tarihin tekerrür ettiği ortaya çıkıyor. Sanki bunların amaçlarının düşmana karşı bir olma değil de sıkıştıkları ortamda kendi arkalarına destek bulmayı hedefledikleri gibi algılanıyor. Doğrusunu Allah bilir. İhtiyaçları bittiği an yine tarihteki rollerini oynamaya devam ederler mi? Sorusu akla geliyor!.

Meseleye bugünün gerceği ile baktığımızda şiilerde rejim değişti olaya bakış tarzı eskisi gibi olmayabilir diye düşünebilirsiniz. Ama hiç de öyle değil ! İlk karşınıza çıkan mezhep taasupları. mutedil olmak yerine islami vahdete çok büyük zarar verecek bicimde aşırı derecede mezhebçi olmaları hemen önünüze cıkıyor.! Bunun neticesinde de sanki Şiilik mezhebi Allah tarafından tayin edilen bir meshep yada din yaklaşımı ile kendilerini hak, kendileri dışındakileri de mutlak batıl bilmeleri asla islama uygun bir yaklaşım değildir. Oysa mezhepler kaynağını Kur’an ve Sünneten alır. Hiçbir mezhep taraftarını doğrudan cennet yada cehenneme götürmez. Ancak, cennet veya cehennem kişilerin Allah’a karşı yaptıkları hayırlı amelleri ve bundaki samimiyetleri iledir. Bu perspektiften bakılarak Şiiler kendi inancını Sünniler de kendi inancını müdahalesizce yaşasa! Amenna. Meseleyi inanç noktasından kan dökmeye kadar cıkartabiliyorlar. Kara bağda Azerilere karşı Ermenilerin yanında, Irakta Sünni Müslümanlara karşı Amerikalılarla beraber hareket etmeleriyle görüldü. Irak’ın işgalinde işgale karşı kanlarının son damlasına kadar mücadele veren Sünni Müslümanlara karşı Amerika’yı arkalarına alarak ırakta bombalamadık cami öldürmedik Sünni bırakmadıklarını, Iraklı dini liderlerden kardavi Müslüman ülkelerine bütün feryadı ile duyurmak zorunda kaldı. Buna karşın Irakdaki harici yapılanmalardan da Şiilere aynı ölcekte cevap verilmesi de pek akıl alır gibi değil. Daha sonra da Amerika’ya karşı mücadele eden Müslümanların direnci kırıldıktan sonra, birden bire anti Amerikancı oldukları ifadesiyle anılmaktadırlar. Anti amerekancı ya da emperyalizme karşı olduklarından şüphe yok. Bu konuda diğer İslam ülkelerinin çok önündeler. Ancak, Sünni Müslümanları yok etmek için ortak hedefte Amerikalılarla nasıl işbirliğine gitmeleri neyi ifade ediyor?

Meselenin bir başka cephesine bakıyorsunuz islam ülkelerinde ha bire Şiileştirme faaliyetlerini bütün hızlarıyla sürdürüldüğün görüyorsunuz. Çünkü onların akidelerinde sünnet bağlılarını Müslüman olmadıkları için güya onlara tebliğ yapıyorlar. Ehli sünnet inancında olan insanları Yahudi ve Hıristiyan dan daha aşağı gördükleri kendi inançlarında, kendi kaynaklarında mevcut. Şu günlerde Müslüman kesime yaklaşımlarında kerhenlik var imajı yabana atılır gibi değil.

Baştan beri anlatılanların yani Şiilerin inanc akidelerini, Sünnete bağlı mümini nasıl gördüklerini, islamı akideleri nasıl saptırdıklarını tespit etmek günümüz iletişim cağında artık hiç de zor değil. Bütün bu hususları, tarihi ve günümüz yorumlarıyla kendi liderlerinin sözlerinden, kendi kaynaklarından alıntılarla alınan kitapların adı ve sayfası ile birlikte “Şianın doğuşu ve gelişim sürecinde Şia ve Şiacılar” adı altında toplamayı düşündüğüm çalışmamda ortaya koyacağıma inanıyorum. Bu konuda amerikayı yeniden keşfettim iddiası yok. Konuyla ilgili yapılan yüzlerce araştırma ve calışmalardan faydalandım. “Sünnilerin Şiileştirilmesi Çalışması”nı doğru bulmadığım ve Şiiliğin ne olduğunu bilmeden bu yönde adım atan kardeşlerimi uyarmak için yayınlamak zorunda kaldığım için, aslında hiç de mutlu değilim. Benim bu konudaki net düşüncem şii olarak doğan bir vatandaş kendi inancını doğru bulup ve onunla mutlu yaşıyorsa buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Şii akidesi Sünnilerce hiç doğru bir akide olarak görülmemekte eğer doğru görülse idi zaten sii olurlardı. Aynı şey Şiiler içinde geçerli. O halde Sünnileri Şiileştirme politikası bu insani düşüncenin neresinde kalıyor? Bu inanca sormazlar mı siz kendinizi düzeltin diye.. İşte olayın bu noktasında ben bu konuyla ilgili araştırmamı Şiiliğin ne olduğunu bilmeden sonradan Şiileşme yolunda olan kardeşlerime atfen yayınlamak zorunluluğu hissediyorum kendimi.


Bütün bu hakikatleri görmezden gelip, tamamen duygusallıkla Şiilere yaklaşan birçok insanın bugün durumu maalesef ki onlardan farklı değil. Yakından tanıdığım onlarca arkadaş var ki seksenli yıllarda Şianın gerçek dini anlayışını, tefsir ve muteber hadis kitaplarındaki şii gerçeğini bilmezlerdi. Sadece Humeyni’ye sempati ile bakarlardı. Yerli mollaların, geçmişte yaptıkları Sünni kesimi yezidin taraftarı propagandasının tekrarı ve Amerikan ve Siyonizm düşmanlığının atağa geçtiği bu süreçte de aynı tezleriyle ehlisünnet dünyasına karşı sınır tanımaz yalan iftira yanlış bilgilerle bu kişileri aldattılar.. Başlangıçta kendi inançlarıyla ilgili de fazla bir bilgisi olmayan haksızlığa zulme karşı dik durmaya çalışan bu mazbut insanlar bugünkü görünümüyle Şiiliğin en azılı savunucusu durumuna gelmiş Şialardan çok Şiileşmiş, şii fıkhını uygulayıp diğer müminleri küfürle itham eder duruma gelmişlerdir. Bu cevreler bazı konularda ekonomik olarak iranla göbek bağı olan öyle aydınlar üretmeyi başarmışlar ki Şiiliği bilmeyip bunları dinleyenlerin şii olası geliyor. Öylesine masum bir portre ciziyorlar ki dua edesiniz geliyor. Eğer masum yada belirli bir cıkar uğruna Tarihte oynanan oyunun bir benzeri olan siyasi yakınlığı dini yakınlığa dönüştürdüklerine şahit olmasaydım, bunların başlangıç ve bugünkü hallerini bilmeseydim bu konuya zerre miktar ilgim ve alakam olmazdı. Bu araştırma ve tecrübelerimi yazmaktaki amacım; hiçbir şii kardeşimi üzmek onunun inancına hakaret etmek, tekfir etmek, aşağılamak da değildir. İnançlarını sorgulamalarını sağlamak ise asla.! Bu onların kendi tercihleri.

Benim derdim kendi inancını sorgulamadan, uydurma tarihi metinleri doğrulamak için Kuranı adres gösteren, Kuran ı kendinden başka kimsenin bilmediğini zanneden, Kur'ân'ı kendi görüşleri için delil olarak kullanmaktan pek çekinmeyen, inanç ve gönül dünyalarını Kur'ân'a göre şekillendirecekleri yerde, Kur'ân anlayışlarını kendi görüşleri ve arzuları istikametinde şekillendirmeyi tercih edenler ve demode iğrenç bir yalandan başka bir şey olmadığı tarihi vesikalarla kesinleşmiş sahabe düşmanlığını canlı tutmaya çalışanlarla.

Son yıllarda şii dünyasına ışık sacan şii ülemalarında hakikati yakalama adına büyük adımların atıldığı bu günlerde, gulatı cağrıştıran hatta onları aratan bir hitabetin sahibi olan beyin fıkaralarıyla.! Bir de bu gibilerin etkisinde kalan sonradan Şiileşmiş, kültürler ile siyasi olguları dinin önüne çıkartıp, Kuranı ve Sünneti bu çerçeveden yorumlayıp ona buna cennet cehennem bileti kesen Şiacıalar ile. Bu alanı fütursuzca kullananlarla. Hakikat diye yutturmaya çalıştıkları inançların neler olduğunun anlamını bilmeden başkalarını aldatmaya çalışanlarla! İşte bu hakikatleri inanç noktasındaki vebali de dikkate alarak elimden geldiğince belden aşağı vurmadan şike yapmadan doğruları gözler önüne sermek olacak.

İSLAM DÜNYASINDA Şİİ YAYILMACILIĞI NEDEN ETKİLİ OLUYOR?
İslam ülkelerindeki masum gençlerin şii yayılmacılığının etkisinde kalmasının en büyük sebeplerinde birisi Amerika’nın dünyayı yönetme ve sömürme içgüdüsü neticesinde Orta doğu ile ilgili planları ve stratejik hataları sonucudur. Bunun sonuçlarının bilinerek veya bilinmeyerek İran’ın lehine tezahür ettirilmesidir. Belki de Amerikanın staratejik bir hatası değil bilinçli olarak yaptığı bir şeydir. Buğün emperyalizmin işgal ve zulüm cemberi, hangi inancın gelişmesine imkân verdiğine iyi bakmak gerek! Bu plan İslam dünyanısın karşısında yüz yıllardır yüzde on beşleri temsil eden Şiiliği eşit seviyelere çıkartıp bir birinden farklı inançların bir birini yemesi ni sağlama projesi olamaz mı? Amerika İslamın lehine düşünebilen masum bir yapı olmadığına göre!. Kafasında ne hinlerin olduğunu kim bilebilir Allah’tan başka. Gelişmelere, sebep ve sonuçlara bakıldığında görünen gerceklerle yüzleşince ortaya çıkan görüntüye bir bakalımb Mesela Irakın işgali, mazlum Filistinlilerin sürekli şiddet baskı ve zulümle karşı kaşıya bırakılması, Afganistanın işgali ve orada ölen milyonlarca masum coluk çocuk kadın. Bütün bu zülme karşı Sünni İslam dünyasının organize bir birlikteliğin olmaması ve sürece yeterli tepkiyi vermemesi nedeniyle bugün İran sanki islamın yegâne savunucu konumuna getirilmesi kimin eseri?..! Bugün İran mazlum milletlerin gözünde emperyalizme sömürüye karşı dik duran, Müslümanların hakkını savunan bir ülke olarak algılanmasını kim sağladı?,,!.

Bu sürecte diğer islam ülke yönetimlerinin malum hali. Bunların yani krallıkların, saltanat sahiplerinin İslamın geleceği ile ilgili her hangi bir kaygısının olmadığı gibi, din kendi toplumlarında ne kadar bilinmezse, kralların saltanat sahiplerinin o kadar rahat ettikleri gerçeği çok düşündürüçü değil mi?. Yüzyıllarca emek verilmiş ve toplumun hücrelerine işlemiş cihat ruhunun, bugün batılı emperyalistlerin, küresel kültürün etkisine terk edilmiş olması karşısında, insanlar ne yapmalı? Bu şartlarda kendini bulmaya çalışan samimi insanların birçoğu gerçeği bulma adına şii propagandacılarının tekeline düşmekten kurtulamaması şii gerçeği ile mutlu olmaya çalışmaları nasıl görmezden gelinebilir?.

Çok şükür ki gerceğin hepsi bu kadar değil. Uşak yönetimlerce üzerine ölü toprağı atılarak uyutulmaya çalışılan toplumlardaki duyarlı insanların çoğu uyanmaya başlamış örgütlenerek yetişkin olduğu alanlarda hizmet üretmeye başlamışlardır. Bu da olayın çok daha farklı hoş yüzüdür. Bunlardan sadece bir cemaat, farklı ülkelerde hırıstiyanlık propagandası altında asimile edilmeye calışılan milyonlara ulaşabilmekte onların hırıstiyanlaşması önlenmektedir. Ki bu takdire şayandır. Bu faaliyetler iranın yaptığı gibi Müslümanları Şiileştirmek için bol para harcamak değil, Hıristiyan kültürünün etkisinde kalmış islamdan uzak kalan insanlara islamı yakın etmek gibi ulvi bir değer taşıyan hizmet türünü yürütmektedirler. Yani bu hastalığın ilacı devlette olmasa da şianın tekelinde olmadığını göstermişlerdir.

Şiiler bidatla doldurulmuş inancı uğruna gecelerini gündüze katıp bunu yaymaya çalışırken, Şiileri Sünnileştirmek için değil, kendi kardeşlerimizin sapkınlığa gitmesine engellemek adına bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Bir Müslüman bu gerçekleri göz ardı edebilir mi?. Bunca kendine güven niye? Bilmeyenlerin aldanması o kadar kolay ki.. Budistler büyük gücün taptıklarının (Tanrıyı) budanın temsil ettiğine inanıyorlar. Zekâlarında da bir sorun yok. Ama aklı kullanma ihtiyacı duymadan propagandanın etkisiyle kendi kültürlerine inanıyorlar. İnanç böyle bir şey. Yani senin inancın ne kadar güçlü olursa olsun daha zayıf durumdaki inanç çalışma ile daha çok taraftar bulabiliyor, daha inandırıcı olabiliyor. Bu tamamen gayrete bağlı bir şey. İnanca güvenerek yatmanın bir faydası yok!.

Meseleyi inananların karşıdan nasıl göründüğü, bu inançların hangi kaynaklardan beslendiği, oluşturucuları ve tarihi sürecini inceleyerek neyle karşı karşıya olduğumuzun öğrenilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu çalışmada kötülemek, yok etmek, hakikati karalamak, iftira etmek, gibi, şii metotlarını kullanmak olmayacaktır. Batılın ne zaman kimler tarafından başlatıldığı niçin sürdürüldüğü, hangi âlimlerin buna karşı çıktığı olumlu ya da olumsuz gelişmeleri objektif kriterler ölçüsünde sunmaya çalıştığımı söylemem lazım. Zamanla elde ettiğim bütün gelişmeleri ya da fark ettiğim yanlışlıkları anında calışmama yansıtmaktayım.

Şiiliği anlamak için şii inancı dışındaki büyük çoğunluğu oluşturan diğer Müslüman kitlelerin şii perspektifindeki görüntülerinin bilinmesi gerekir. Bununla ilgili bir örnek verilirse;

İmamı Humeyni yazdığı kitaplarında: “Süphesiz ki Ebû Bekr ve Ömer kâfirdir. Onları sevenlerde onlar gibi ka firdirler.” (el-Meclisî/Hakku’l-Yakîn, 522; Humeynî/Kesfu’l-Esrâr, 112)

Yine Humeyni, el-Humeynî, Tahrîru’l-Vesîle (s: 52, 94) adlı kitabında diyor ki: “Süphesiz imamın övülmüş makamı, sanlı derecesi ve velâ-yetine kainatın bütün zerrelerinin boyun eğdiği kevnî halifeliği vardır.” Yine der ki: “Şüphesiz bizim yani isna aseriye imamlarının Allah ile öyle bir halimiz vardır ki bu ne bir mukarreb melek ne de gönderilmiş bir peygamber için söz konusu değildir.”

Humeyni’nin Keşfü’l Esrarda da “şii” dini demektedir. Eğer onun dediği gibi bu bir meshep değilde yeni bir din ise, bu din; Müslümanlar arasına ayrılığı ve bölücülüğü sokmak için İslam’a karşı bir tuzak olarak kurulduğu islam âlimlerince teyit edilen bir husustur. Bu din kurulduğu günden bu yana İslam’a ve Müslümanlarla karşı savaş halinde olduğu bir realitedir.. İslam tarihinde vuku bulan olayların tahlilini yapanlara göre Müslümanlar arasında çıkan savaşların meydana gelmesinde en büyük pay Şiilere ait olduğu gibi. İslam ülkelerine göz dikip Müslümanların kanlarını akıtanların yanlarında yer alanlarında yine Şiiler olduğu görülür. İşte Hulâgu’nun vezirlerinden nasıruddin el-tûsî (şia ileri gelenlerinden) Abbasi hilafetini sona erdirmek için hulagü’yü ikna edip, milyonlarca Müslüman kanını ırmaklar gibi akıtmasında ona yardımcı oldular. Bununla da kalmayıp tatarların Müslümanlara karşı başlattıkları savaşta Müslümanların tatarlara indirdikleri nihai darbeye kadar onların yanında yer almaya devam etmişler nesilden nesile hep tatarlarla işbirliği halinde olmuşlardır. Tarih kitaplarında bu konular oldukça geniş olarak anlatılmıştır. Şiilerin islamı yok etmek için yola cıkan Hulâgu ya nasıl yardımcı oldukları. Şianın kanaat önderlerinden ve imamlarından Humeyni nin bu konuda hala kendi tarihlerine destek verdiği anlamak mümkün değildir. Humeyni, bu konuda şöyle der: hulagü ile işbirliği yapıp ona yardımda bulunmak, islam’a ve Müslümanlara gerçek yardımda bulunmak olmuştur. Bir tarafa böyle bakan Humeyni, mehdi gelinceye kadar şiilere beklemeyi emreden Yahudilerin uyutma projesini yıkan ilk liderdir. Bu takdire şayan bir husustur. Şiiliğin temel felsefesinden biri olan imamet mevzuunda 12 imamın kayıp olduğu kayıp olan imam gelinceye kadar kimsenin bir şey yapmasına gerek olmadığı, nasıl olsa 12 imam kayıptan cıkacak hem kendi düşmanlarını hemde Müslümanların düşmanlarını yok edecek inancı sayesinde yaklaşık 12 asırdan beri islamın yayılmasına en ufak bir katkı sağlayamadılar. Humeyni burada bir oyunun olduğunu anladı ve bugün şii toplumunu bu uyutma projesinden kurtardı. Bu kendi inacı ve ülkesi ile diğer İslam dünyası için son derece iyi bir şeydir. Ne mutlu o topluma ki Humeyni gibi bir lider yetişktirmişler. Yukardaki örnekte sahabenin ileri gelenlerini küfürle itham eden humeyninin bazı hutbelerinde meshepcilik yapmadan ehlisünnet Müslümanları desteklediğini görüyorsunuz! Ayrıca Humeyni nin halkı gulat fikirlerden arındırmaya çalışarak aklı daha ön plana çıkarttığına şahit oluyorsunuz! Kendi toplumunu batılın ve emperyalizmin bataklığından çıkarttığınada dünya şahittir. O zaman Humeyni yi nasıl değerlendirmeliyiz. Humeyni hem dini liderdir hemde devlet yönetmiş bir kimsedir. Konuşmalarını ve yazdıklarını her koşulda toplumun bulunduğu şartlara göre yaptığını düşünmek mümkündür. Humeyni o günkü toplumun inacından farklı görünseydi o topluma lider olamazdı. Zaman zaman dini liderliğini ön planda zaman zaman da devlet başkanlığını ön planda tutmak zorunda kalmıştır. Acaba Humeydi kendi toplumunu asırlardan beri gelen radikalliğin, gullatın etkisinden kurtarıpda meshepciliği kaldırabilirmiydi? Normal şartlarda buda pek mümkün görünmüyor? İranın o günkü şartlarını bütünü bilmeden olayın içinde yaşamadan uzaktan bir insanın davranışlarını yargılamak doğru değildir. Ama şu unutulmamalıdır ki Humeyni bir şiidir. Şiilerin de, ehlisünneti değerlendirmede ortak anlayışları mevcuttur. Bu kendi kaynaklarına yansımıştır. Bu inanclarla beslenen bir toplumu ani bir şekilde değiştirmek öyle kolay bir iş değildir.

Yani Humeyninin islamın merkezine ne kadar yakın olmak istediğini ya da kendisinin ne kadar yakın olduğunu, şartların onu bu kadarla yetindirip yetindirmediğini bilmek mümkün değil. İç dünyasındaki inancının derecesinin ne olduğunu ancak Allah bilir. Ama şu bir gerçektir ki Humeyni katıksız bir şiidir. Ama bir Şah İsmail de değildir. Şiilikle ehlisünnet inancı arasına aşılmaz engellerin konulması ayrıcalıkların artırılması şah döneminde gerçekleştirilmiştir. Humeyni ayrıştırıcı yönde değil birleştirici olma yönündedir.

Peygamberimiz, Bizanslılar ile Ateşperest İran arasında çıkan şavaştı Bizanslıların zaferine sevinmiş yenilgisine üzülmüşken, bizim bugünkü İranlıların kötülüğünü istememiz asla söz konusu olamaz. Ama burada inçe bir çizgi var. Onları destekliyor olmamız onların muzaffer olmasını istememiz onların inanclarınıda paylaşıyoruz anlamında değildir. Çünkü Şii inancı ile ehlisünnet inancı bir bir aynı değildir. Bazı konularda farklılıklar ayrı bir din gibi algılanıyor gibi olsada ayrı bir din değildir. Bunun çok iyi ayırt edilmesi için Şiilere düşmanlık etmeden şii gözlüğü ile değil de şii kaynaklarından Şiiliği iyi tanımamız gerekiyor. Bu çalışmanın ana konusu budur.

İslam dünyası şii görüşlerine karşı son derece savunmasızdır. Bunun birden çok sebepleri vardır. Bunlardan en önemlisi, islamın ilk yıllarında meydana gelen fitne olaylarına bire bir şahit olmadan dilden dile anlatılan şeylerin hakikatinin tam bilinemeyeceği yaklaşımı ile gıybet, günah hemde geleceğe bir faydyası olmayacağı düşüncesiyle İslam alimlerinin “Onlar kılıçlarını kana buladılar sizler aynı olayı konuşarak dillerinizi kana bulamayan” tavsiyesi dikkate alınmış olduğundan ümmetin çoğunluğu bu konuyu derinlemesine öğrenme ve üzerinde yorum yapma ihtiyacı duymamışlardır. İnanç noktalarının bütününü Hz Peygambere dayandıran Ümmetin çoğunluğu bu süreci, tarihdeki siyasi olaylar olarak değerlendirdiğinden yukardaki tavsiyeye uyarak meseleyi ve uydurulan hikayeleri öğrenmeye ihtiyac bile duymamışlardır.. Oysa Şia, diğer fırkaların hiç birisinin yapamadığını başarmış, teşekkül ettikten sonra, erken döneme geri dönerek, Şii anlayışa uygun sun'i bir tarih oluşturmuştur. Bu gerçeği, Şii bakış açısından kaleme aIınan bütün eserlerde görmek mümkündür. Öyle ki, özellikle Emeviler devrinde, neredeyse Haşimi muhalefet cephesinde tezahür eden oluşumların büyük bir kısmı hiç ilgisi olmamasına rağmen sanki Şiilikmiş gibi gösterilmiştir. İşin en ilginç yönü, geçmişteki olaylarla Şiiliği irtibatlandırabilmek için uydurulan rivayetlerin, büyük bir kısmı, Şii olmayan tarihçilertarafından da hiç tereddüt duyulmaksızın kullanılmış, kitaplarında yer vermişlerdiır. Şiilerde bunları kenidilerine delil yapıp her iddialarını işte sizin filanca kitabınızda da yer alıyor diye kendilerinden olmayanlara karşı kullandıkları gibi bunlara bağlı olarak tarih boyunca olayların hakikati ile uyuşmayan tarih, hadis, hikâye ve çeşitli argümanlar üretip yüz yıllarca bunlarla halkın beynini yıkamışlardır.

Şiiler kendilerini Hz Ali nin yanına koyup, Şiilerle ayrışma noktalarının ne oluduğunu bile bilmeyen diğer Müslümanların yezitle özdeşleştirilmesi onlarda infial yaratmış bu saldırıya karşı ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Tarih boyunca bir an bile yezit lafını duymak istemeyen bir toplumun böylesi acımasızca bir saldırı karsşısındaki durumu elbetde onları çok savunmasız bırakmaktadır. Bu kesimler kendi bilgilerine o kadar inanmaktadır ki en ufak tereddüt yaşamamaktadır. Hadis konusundaki çalışmada hakikat olan hiçbir şeyi gözden ırak etmeme buna ilaveten, ziyadeleştirilen ve uydurulan sözlerin hadis metinlerinden ayırt etmekteki maharetli çalışma kendilerine bu güveni vermiştir. İnanclarda en ufak bir şüpheye mehal bırakacak bir karartıya yer bırakmamışlardır. Ayrıca Elde ettikleri bilgileri Şiacıların işine yarar bunu kullanmayalım gibi bir kompleksin için asla düşmemişlerdir.
Bu kaynaklardan kendilerine delil bulmaya calışan tefrikacılar şunu neden düşünmezler? Delil bulmaya calıştıkları hatta kendi inanclarının desteklendiğine karşın yer yer işaret ettikleri kitap yazarlarının hiç birisi imamete inanmanın islamın bir esasından olduğunu, İmamların da bir peygamber olduğu gibi şianın temel inançlarından olan hususlarda onları teyit etmemiş onlarda aynı görşü paylaşmamışdırlar. Bu insanlar aptal mı ya da geri zekalı mı ki şiayı doğrular nitelikte delillere kitaplarında yer veriyor da o görüş tarafına kaymıyor ondan ikrah edip uzak duruyor!?

Neden mi? Nedeni çok basit. Kendi görüşlerine delil diye işaret buyurdukları hadis ve diğer metinlerin bütününü sebep ve sonuç ilişkileriyle incelediğinizde( niçin söylendiği ne zaman kimin için vb) aslında onların verdiği anlamla hiçbir bağlantının olmadığını görürsünüz. Ama bunu kim görür. Şia nın yalandan beslendiğini bilip onun tezlerinin doğru olup olmadığını test edenler görür. Bu nu da herkezin yapmayacağını bildikleri için işlerine yarayan her şeye delil diye saırılır insanların kafalarını bulandırırlar. Onlarda bunu bilir ama onların delil deyip işaret ettiği metinleri geri dönüp kaç kişi inceler? Onların delil olarak gördükleri Meshep imamlarının hayatlarına bakıyorlar onlarda emevi sempatisi bulunmadığı gibi emevilerce en çetin cezalarla cezalandırıldığını görüyorlar. İmamı şafinin Ehlibeyti sevmek rafizilik ise ben rafiziyim dediği, İmamı Azamın İmamı Cafer ve İmamı Zeydin çok yakınında olduğu, ilim öğrendiği hocalarının Hz Ali ekolünden geldiğini, Emevilerce kendise verilmek istenen hiçbir görevi kabul etmediği, onların yanlışlarına karşı çıkmasından dolayı hapishanede zehirlenerek öldürüldüğünü diğer imamların da bunlardan farklı bir anlayışta olmadığını bilen ümmet bu suclama karşısında şaşırmakta elbetde çok haklıdır. Ayrıca
islam için gerçekten samimi bir şekilde mücadele etmiş, sıkıntılar yaşamış,fedakarlıklar yapmış, bedeller ödemiş ve halisane bir şekilde kendini Allah’a adamış bütün alimlerin sırf şii olmadıklarından ya da şiaya karşı olmalarından dolayı en ince kusurlarını araştırmak, olmayanları varmış gibi göstermek,bunları yaymak delillendirmek ve böylece buğzetmek yada buğzetmeye yönelik tavırları ümmetin içine oturmuş acı bir yara olmuştur.
Kendilerine has tavırlarıyla sürekli her şeye muhalif olma bütün İslam aleminin sevgi duyduğu her şeye iftira etmeleri, bilip bilmedikleri her konuda bir şey uydurmaları!... Çok düşündürüçü değil mi? Oysa Yüce Allah Kitabında “Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsrâ:17/ 36),
“İşte siz, O kimselersiniz ki, hakkında biraz bilgi sahibi olduğunuz şeyde münakaşa ettiniz; ya hiçbir bilginiz olmayan şeyde niçin münakaşa edersiniz?” (Âl-i İmran: 66) dediğini hiç duymadılar mı ki? Hiç bilmedikleri yakınen şahit olmadıkları tamamen uydurma rivayetlerin ardına düşüp onları ha bire ziyadeleştirmekteler. Yoksa hâşâ Kuran bir şey müjdelerken onları, azapla korkuturken de onların dışındakileri mi muhatap alıyor. Bunları anlamamak için kulağı hakikatlere kapatarak ezberlerinden ilham almanın boş bir kandırmaca olduğunu elbet bir gün öğrenecekler. Umarım iş işten geçtikten sonra olmaz.
Şiiler her konumda kendilerini hakikat tacına giydirip ötekileştirdikleri ümmetin çoğunluğunun inancına, emevi saraylarında uydurulan din yaftasını yapıştırırken, İslama hiç fayda sağlamayan gündemde bile olmayan sorunların gündeme getirek inananların enerjisini vaktini boşa harcamaktadırlar. Tarihdeki inadını sürdürmek adına bugüne kadar hiç işe yaramayan ve okunmayan sırf tefrika için yazılmış arşivlerde rengi solmuş bildik argümanları tekrarlayan kitapların konu edindiği meselelerle günümüze taşıyarak tarihte olan bitenden dolayı hiç bir suçu günahı olmayan insanları yargılayarak onlara saldırı gerekcesi yapmaktadırlar. Bütün bunlara bakıldığında bu zihniyetin islamın muzafferiyetini istemek şöyle dursun birliği yok etmeye yönelik hepden provakatif bir sürecin içinde olduklarını görmek mümkündür. Karşınızda meselelere bu tarz yaklaşan bir yapı var. Buna karşın aynı tarzı kullanmaya müasit olmayan bir yapı. Yani Ehlisünnet inancı inançta sivrilikleri reddeder aşırılığa set ceker başkalarının inancına sövmeyi yasaklar. Heyecana izin vermez. Takiyye kılıfına sokulmuş yalanı kullanamaz. Kesin olarak bilinmeyen bir konuda zannı yasaklar. Zanna göre hareket edemez. Tarih dini anlamada başvuru kaynağı olmadığı gibi dini vesika da saymaz. Hata yapanlar şirk içinde değilse kâfirlikle yaftalanmaz. Hırıstiyanların Hz Muhammet için sarfettiği aşağılayıcı dili, Hz İsa için kullanılamayacağı gibi, Şiilerin Sahabe ile ilgili söylediği ağır hakaret ve tekfirlerine cevben, ne Hz Ali ye nede Ehlibeyte herhangi bir saygısızlık yapamaz. Dolayısıyla bu yol her türlü aşırılığın kapalı olduğu bir zemindir. Ona yapılan saldırılara karşın aynı sertlikte ve aynı capta saldırıda bulunamaz. Haram ve helallere dikkat noktasından sonra helal olan şeylerin bile yeterlisine dikkat etme gibi zorunlulukları vardır. İnsana sayğıyı ön planda tutarak çoçukların doğuşta masumiyetini kabul eder, Nefsin istek ve arzularını tatmin için zorlama hükümlere itibar edemez. Edep, saygı, zariflik, gibi insanın iç dünyasında olumluluk yaratıcı şeylere önem, olumsuzluk yaratacak duygu ve düşüncelere dikkat vardır. Oysa uc noktalarla beslenen inanclar, toplumun hislerini kullanıp galyana getirerek batılı din diye verme ortamında radikalliğin uç noktalara taşındığı bir yapıdır. Haklılığını ispatlamada önünde hiç engel yoktur. Yani her yol dört yol gibidir!...İnsanın yapısında bu tür şeylere meyil daha fazladır. Akıldan ziyade heyecana daha ön plandadır.. Özellikle genclik ve cahil toplumların meyli bu yöndedir. Dolayısıyla Şiiler devamlı bulundukları her zeminde ehlibeytin mazlumiyetini kullanır gözyaşları içinde vermek istediği her düşünceyi bu ortamda verir. Nefsin isteklerine kolayca fetva bulmak mümkündür. Sıkıştığında yalana kolaylık var. Zinadan kurtulmak için muta gibi bir secenek önünde.. Zaten ibadetlerde istediğin kolaylığı yapabilirsin! Namazı belirlenmiş vakitlerde kılmak bir zorunlukuk değil beş vakti üç vakte sığdırırısın. Dindar olman için zorluk yok. Birde Ehlibeyti kendi anlayışlarındaki gibi seviyorsan zaten kurtuldun.!

Dolayısıyla tehdit ve anarşinin dışınada orta yol da yürüyen bir müslümanın böylesi cahil islamı yeterince bilmeyen duygusallığı ön planda olan düşünce yapılarına karşın ister istemez savunmasız bir hali vardır. Buna çok dikkat etmek gerek!

Şii felsefesi incelendiğinde İslam âleminin top yekün Şiileştirilmesi Şiiler üzerinde farz bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Bu farz görevi yerine getirmede de en büyük engel bir bucuk milyar İslam alemi vardır.

Hedeflerine ulaşmada bu engelin bir şekilde kaldırılması ya da zayıflatılması gerekir. Kendileri kaldıramıyorlarsa kaldıranlara yardım etmekde bir zarar yok. Bunun için başka kâfirler desteklenbilir. İşte yukardaki hulagü örneği bunun canlı örneğidir.

İlmi konularda izah edemedikleri noktalarda tarihi referans gösterirler. Bunu saldırı amacıyla da yaparlar. Ancak yahudi dönmeleri ve yalancılığı ile tanınan şii tarihcilerinin, aynı konuda yazdıkları metinlerinde bir birini tutmadığı görülmektedir. Bu sebeple kendi aralarında da ayrışmalar olmaktadır.

Bunlar imamet, velayet, takiyye, muta, gibi Kuranda imani kavramlar arasında hiç yer almayan kavramaları iman sınırları içinde taşırlar ve bunları kabul etmeyenleri hiç çekinmeden tekfir ederler. Kuran ayetlerinin nerdeyse üçte ikisini imamet mevzu ve ehlibeyt ile acıklamaya çalışırlar. Yani Kuranda nerdeyse peygamber yoktur. Kuran Hz Ali ve onların anladığı sınırdaki ehlibeyte gelmiştir.! Her inanclarına Kurandan delil getirirler. Oysa kuran ayetlerin anlamına nuzül sebeplerine baktığınızda iddia ettikleri hususla ilgili hiçbir bağ bulamazsınız. Ama onlar kendi taraftarına bunu inandırırlar inanmayanlarada şaşarlar. Kısmetsiz olarak görürler!. Sizi iman dairesine çekmeye çalışırlar!. İnandıkları şeyin delilini tevil ile de olsa Kurandan getiremezlerse, o konu ile alakalı Kuranda bir sorun olduğunu kendi içlerine dönerek bir birleriyle paylaşabilirler. Tartışmayı ilgili konudaki ayetin Kurandan çıkartılmış olabileceğini varsayımına kadar götürebilirler!. Ama bunu dışa hiç yansıtmazken şunu akletmek istemezler “ bizim bunca iddialarımız inanclarımızın delili kuranda ve sahih hadisde yok. Bu konuda sahabeden, kurandan, hadisten şüphe edeceğimize bu inanclarımızdan şüphe duysak olmaz mı?” Bu arıza bizden kaynaklanıyor olmasını hiç düşünmezler düşünmezler!. Niye çünkü o inançlarının arkasında aşitasyonla dolu Tarih vardır! Ağıt vardır. Toplumda yaşanması geleneksel hale getirilmiş bazı ritüeller vardır. Bundan vazgeçmeye kalkmada mahalle baskısına muhatap olmak vardır, etraftan küfürle itham edilme vardır. Toplumdan dışlanma vardır. Daha kimbilir neler vardır!.

Bu yapıdak esas olan sorun; sonradan kutsallaştırılmış kutsallığı itikadın içine sokmak için ayetleri saptırarak çeşitli tevillerin, yorumların getirilmesi. Bununla da çözülmeyen sorunlara İçinde binlerce uydurma hadis olduğu taraflarca bilinen kitaplarda geçen yorumlarla durumun kurtarılmaya çalışılmasıdır. Meselenin iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, Şiilerin çoğunluğu elimizdeki Kuran’ın değişmediğine inanırlar. Ancak, en güvenilir hadis kitaplarında bu anlayışın tam tersine onlarca hadis mevcuttur. Bunu ilim noktasında araştırma yapmayan Şiiler bilmez ve hemen savunmaya geçerler. İtikat noktasında da, mevcut hadis kitaplarında islamla tezada düşen yine yüzlerce hadis uydurulmuş. Bugünkü aydın şii âlimlerinin çoğu, bunun ayıklanması gerektiğine inanıp farklı kanallardan ifade ediyorlar. Bu hadislerin her birisi imamlara söylettirilmiş. Burada, neden şu düşünülmez? Ayrıştırmayı oluşturan ve İtikadı bir mevzuu haline getirilmiş unsurların da aynı imamlara söylettirilmiş bir yalan olduğu, neden dikkati çekmez de hala ayrıştırmayı sürdürmek adına kullanılır!

Bütün bu sürecin tahlilinde şu da görülmektedir ki;

Siyasi bir sempatinin etkisiyle bilmediği bir karanlığın içine düşen öğreneyim derken anlamadığının esiri olan, hissiyatın galebesiyle aklın körleştirildiğin farkında olmayan kişilerin sayısı hiçte küçümsenecek gibi değil.

Alt kültür düzeyindeki bazı insanlar, bir inancın etkileşim sürecine girdiği dönemlerinde kendi öğretilerinin üzerinde başka bir şey görememekte öğrendikleri kendi doğrularının en radikal savunucu, bu düşünce tarzının dışında olan her şeyi reddetme temayülü ise onların zırhı haline dönüşmektedir. Kendi kendilerini bir aslan görür iken, karşı taraftaki görünümlerinin, öğrenmeye çalışan fakat öğrenemeyen bir cahil, bunların farkında olamayan bir zavallı Profülü çizdiklerinin farkında bile olamıyorlar.

Bu gözlemlerin ışığında önce humeyniye siyasi bir sempati ile yaklaşan sonradan Şiileşen çok yakın tanıdığım bir arkadaşım bir sohbet esnasında, M. Asım Köksal ın İslam Tarihi kitabını okuduğunu, “Ebu Bekir ve Ömer hayatlarında bir tane kâfir öldürmemişler bütün savaşlardan kaçmışlar” ifadesiyle iki cümle hiç anlayamadığı kitabı özetleyiverdi. Herkesin takdirini kazanmış, her bir bilgiyi onlarca delile dayandıran tamamen belgesel niteliği olan ciltler dolusu kitaptan anladığı ve çıkardığı sonuç buydu. Kendini okuyan birisi olarak lanseden bu kişinin ifadesi meseleye bu tür inançların etkisinden kalmış kişilerin konulara bakış acısını ortaya koymaktadır. Her hafta sonu kendilerine mahsus Ankara İzmir Caddesinde bulanan vakıflarında dinlediklerini bizimle paylaşan bu arkadaşın söyledikleri insan beyninde infial yaratacak şeyler. Kendi aralarında konuştukları birçok şeyin kaynaklarında olmadıklarını, gelişmelere göre uydurdukları ve ellerine iki üç sayfadan oluşturulan notlarla beyin yıkadıklarını bu tür yakın dostluklar neticesinde anlamak mümkün oluyor. Her hafta bir sahabe ile ilgili son derece çirkin bir iddia, bunlar neler mi dersiniz? Kuranı Kerimin kıyamete kadar Allahın vaadi ile değil de Hz Ali sayesinde hükmünü kaybetmeyeceği, Hz Ebu Bekir Peygamberimizin mağara arkadaşı olmasından ziyade, peygamberimizin hicretini putperestlere ispiyonlamasından endişe ettiği için yanına aldığı korkak birisi, ayrıca öyle zengin birisi de değil. Hz Ömer’in oğlan hastalığına müptelalığı, korkaklığı, adaletli olmadığı, Hz Fatımayı öldürdüğü, hadislerin yazımına engel olduğu, Hz Ayşe nin Hz peygamberimizin hanımı olmasının ötesinde hiçbir değerinin olmadığı, yine onunla ilgili hiçbir müminin diline alıp konuşamayacağı yalan ve iftiraları, bunların yanında Hz Talha nın bir sürü yanlışları ve zekâtını doğru dürüst vermemesi, Peygamberimizin vefatından sonra da Hz Ayşe ile evlenmek istemesi, “ O bizim hanımlarımızla evlenmek isterken iyi idi de, biz de onun hanımı ile neden evlenmeyelim “ dediği yalanı, Hz Osman vs özellikle cennetle müjdelenenler, siyaseten Hz Ali ile ortak hareket etmeyenler ve ileri gelen bütün sahabelerin aleyhine akla hayale gelmeyecek şekilde uydurulan yalan iftira ve aşağılayıcı söylemlerini bire bir sohbetlerinde anlatarak katılımcıların sahabeden uzaklaşmasını sağlamaktadırlar. Dolayısıyla da bu güzel insanlar tarafından rivayet edilen bütün islamı gerçeklerin üzerini bu yöntemle kapadıklarını, en azından kapamak için ellerinden gelen bütün hünerlerini gösterdiklerini görmek mümkündür. Bu yaklaşımları ile tertemiz inanç sahiplerini ne hale getirdiklerini görüp de Allah ıslah etsin demekten başka söylenecek bir söz var mı? Bilemiyorum!. Bugün Hz Ali hayata dönse de, geçmişte söylediklerini bunların yüzüne tekrar etse, “ ben ve evlatlarım şii düşüncesinden beridir” dese Hz Ali yi bile çok rahat küfürle itham edecek radikallik ve sapkınlık içine girmiş bir hayli inanç sahiplerini görmek mümkün. Çünkü onlar için gerçek, Hz Ali nin kendisi değil, şii felsefesinin içinde konuşlandırılan Ali ve cocukları önemli. Sözün kısası bu tip radikalliğe saplananlar sünnete bağlı islam kaynaklarını bir şey öğrenmek adına değil, acaba nerde bir tereddüt bulurumda istismar eder onu kullanırım, elimde delil olur mantığı ve yaklaşımıyla meseleye bakıyorlar. Bu tip yaklaşımlarda bilmediğini öğrenme, aklı kullanma, mantığa uygunluk arama gibi nezih bir davranış bulunabilir mi? Bunlar mollalara kiraya verdikleri beyinlerinin bir merkezden dolumunu sağladıktan sonra, basit bir mekanizma ile acılan radyonun konuşması gibi aldıklarını anlayabildiklerini molla gerçeğini yayın ederler, o kadar. Bunun dışında en ufak bir yorumlama araştırma düşüncesi, muhakeme, mukayese her hangi bir vizyon görmeye kalkışmak hayali olur.
İlk bakışta bu sözler tamamen gercek dışı görülebilir. Olur, mu böyle bir şey denebilir. Bu konu ile ilgili söylediklerimin çoğu sadece araştırmadan kaynaklanan bilgiler değildir. Etrafında onlarca canlı örenkeleri var. Onlarla ahbaplığımız var. Onlarla uzun senelerden beri bu konuları tartışmaktayız.. Bunlar bire birçok yüksek sesle tartıştığmız hususlardır. Bunlar her cumaertesi Ankara da Irak Şiileriyle bağlantılı bir vakfa gidiyorlar. Şiiliğin inanç akidelerini ilk defa onlara ben anlattığım zaman böyle bir inanç olurmu? Bunlar tamamen iftira ya da sen anlamamışsındır. diye bana itiraz ediyorlardı. Bir hafta, on beş gün sonra aynı konuyu daha ileri safhada oradan dinledikleri zaman benim daha önce söylediğim şeylerin ötesinde duydukları şeyi kayıtsız şartsız kabul edip onun bir numaralı savunucu oluyorlar. Kendi seciciliğini, aklını, muhakemesini hiç kullanmayan eğitimli bir insanın nasıl böyle olabileceği şaşkınlığını yaşatan canlı örnekler çok yakınımda. “Bizim gittiğimiz yer ehlibeyt mektebi, orada yanlış bilgi olmaz, gelen bilgi yemeye hazır süzülmüş bal gibidir. Orada zararlı bir şey olmaz” sözleriyle oraya kayıtsız şartsız biat ettiklerini ifade etmekte hiçbir beis görmemekteler.

Tamamen meshebi inanca teslim olmuşlar. Allaha teslim olmayı mollalara teslim olarak algılamakta kiraya verilmiş beyinleriyle diğer Müslümanların kafalarını bulandırmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bunlardan alınacak yâda bunlarla sağlıklı bir ortamda tartışılacak bir şey bulmak ne derece mümkün! Takiyyenin süslenerek yalana dönüştürüldüğü bundan sevap umulduğu, her an bir doğruya bir yalanın giydirildiği o kadar olağan olmuş ki!
Onlar ki kendi özgür iradesiyle her hamgi bir kitabı bile alıp okuyamazlar. Onlara kaynak ve yayın evi ismi verilerek onları zihnen zinde tutmaya çalışırlar. Taki öğrendiklerinin militanı olsun. Başkalarını zehirlemeye hazır hale gelsinler!


Şiileri bu kadar radikal yapan inanç sisteminin özellikleri nelerdir?

Bunun adını en başta koymak gerekir ki; Ehlibeyt sevgisi. Başlangıçta masum ve güzel bir sempati ile başlayıp sonraları altı farklı anlamlarla doldurulan bu sevgi Şiacıların en büyük sermayesi olmuştur. İkinci sermayesi ise; sonradan icat ettikleri takiyye inancı. Eğer takiyye inancı olmasaydı Şiacıların ne sabit bir mezhepleri, ne devam eden bir dinleri ve ne de kabul edilir bir sözleri olurdu. Bu başlangıcın arka yüzü yüzyıllardan beri doldurulduğundan her gün şii inancının içine yeni bir şey girdiğini görebilirsiniz. Tıpkı Şah İsmail dönemine kadar ilk üç halifeye küfür edilmez iken, ondan sonra bahsi gecen yüce insanlara hakaretin en kötüsünün yapıldığı gibi.


Masum bir ehli beyt sevgisini, mazlumiyeti, haksızlığa başkaldırıyı Şiacılar öylesine işlemişler ki, ulaşabildikleri toplumlara bu onurlu duruş kullanarak uydurdukları inançlar etrafında kenetlemenin yol ve yöntemini bulmuşlardır. Eğer bu sevgiyi tabulaştırmamış olsalardı en takdir edilecekleri yönleri budur denilebilirdi. Ancak, bu sevgi onlarda ifrat derecesine cıkmış bir bidat haline dönüşmüştür. Zaten onlar şii ideolojisini ehlibeyt sevgisi ve Hz Hüseyin in şahadetini kullanarak nesilden nesile taşımışlardır. Yoksa burada acının gölgesinde oluşturulan tarih ve onun izlerini tasışan inançtan başka herhangi bir şey bulmak mümkün değildir. Her hakikatin yozlaştırıldığını amacından saptırıldığını gibi bununda mecrasından çıkartıldığı apaçık ortadadır. Haksızlık edildiğine inanılan ehlibeyt mensuplarının kim uzağında kalmışsa ya da onlara kimin zarar verdiği düşünülmüşse onların aleyhine büyük düşmanlıklar üretilmiştir..

Hz. Ali’yi makul bir yaklaşımla methedenlerin Şiilikle suclandığı pek görülmez. Ancak onun icraatlarıyla ilgili tenkidî mahiyette fikir beyan edenler ise hemen Ehl-i Beyt düşmanı veya Emevîci olmakla suçlanmaktadır. Hele Hz Ali ile ilgisi olmayan ancak ona mal edilen yalanlara karşı cıktınızsa vay halinize. Ne müslümanlığınız, ne yezitliğiniz ne vehabiliğiniz ne de İsrail ve Amerikan uşaklığınız kalır!.

Haricilik dışındaki görüşlerin hiç birinde ehlibeyt düşmanlığı yapılmamaktadır. Harici geleneğini fiili olarak sürdürenler olsa da inanç noktasında onlarında nesli tükenmiştir. Buğün Şiilerin kendileri dışında gördükleri inanc sahiplerinin tefsir kaynaklarına indiğiniz zaman birçok Şii düşünceyle çok farklı olmayan yorumları bulmamız mümkündür. Ehl-i Beyt meselesinde de Şia’nın anladığı tarzda da Ehl-i Beyt meselesini anlayan müfessirler olduğu gibi, farklı anlayanlar da var. Bu tarihi bir konudur. Böyle olması da gayet doğaldır. Bunu ayrılık meselesi olarak görmek ne kadar yanlıştır. Nitekim Ehl-i Beyti ifade eden Hz. Peygamber’in ailesinin tamamı bugün Allah ın rahmetindedirler. Ehlibeyt anlayışını İster Şia’nın dediği gibi Ali’nin Fatıma’nın soyundan gelenlere tahsis edilsin, ister Hz. Peygamber’in o zamanki eşleri ve ailelerinin hepsi katılsa bugün ne fark eder? Yani onların tamamının temiz kılınmak istenmesi bizim sermayemize zarar mı getirir? Esas olan İslam’a kimin hizmet ettiği değil midir?

Ehlibeytin temizlenmek istemesi onların hiç hata yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Zaten ehlibeyt sahabedendir. Ayrıca ehlibeyt olma özellikleri de vardır. Ancak, sahabe ve ehlibeyt hata yapabilirler. İslam inancında küfür ve düşmanlık etmemek şartı ile onlara eleştirilemez gibi kutsaliyet tanınmamıştır. Farklı anlayışlardaki sorumluluk herkesin kendini bağlar. Ancak eleştiri noktası hassasiyetleri yok edecek derecede olmamalıdır. Mesela hariciler Hz Ali yi tekfir ettiler diye ehlisünnet doğru söylüyorsunuz diye onların peşinden mi koştu? Hayır. Nedeni onlar cahil ve şekilciydi. İlk üç halifenin icraatlarından bazılarını beğenmeyebilir sonuçlarına bakarak eleştirebilirsiniz. Farklı yapsaydı daha iyi sonuç alabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak Hz Osman için, bütün akrabalarını vali yaptı. Devlete değil etrafına çıkar sağladı. Calıp cırptı diye ele avuca sığmaz iftiralarla Hz Peygamberin iki defa damadı olmuş bir zata, eleştiri dozunu bitirip çok ağır ithamlarla saldırıya geçerseniz, elbette o mazlumun hakkını savunacak birileri çıkacaktır. Buna karşın hakkında itham olmayan fakat konuşulmasın da hiçbir fayda görülmeyen başka eleştirileri gündeme taşıyacaktır. Hakiki tarihe bakılarak Hz Ali ile Hz Osman mukayese edilecektir. Kim daha çok akrabalarını vali yaptı. Öldükten sonra kim daha çok geriye miras ve köle bıraktı! Kaç tane evlilik yaptı gibi hususların karşılaştırılması birilerini ister istemez üzecektir. Çünkü bazı anlayışların masum sıfatı yakıştırdıkları İslam büyüklerinin farklı yönlerini öğrenme lüksü yoktur. Ama ehlisünnetin böyle bir kompleksi yok. Nedeni hep mütedeyyin davranmış orta yolu tercih etmiş ifrat ve tefritten bu tür şeyler yüzünden kaçınmış, geçmişi hayırla yad etmişlerdir. Yine Muaviye’nin İslam’da şura prensibini göz ardı edip halifeliği saltanata çevirmesini de görmezden gelmeyip eleştirmişler, bu süreçdeki yanlışları kamufle etmemiş veya bir hikmet vardır mantığı ile bir değer izafe etmemişlerdir. Böyle bir yaklaşım yerine haklı eleştiriyi tarihten ders almak adına yapmak dururken, ona kâfir demek İslam ahlakına ne derece uygundur. Biz onun Allah’ı inkâr ettiğini gördük mü? Hayır. Bunu konuşmamızın bize bir faydası, konuşmazsak bir zararı var mı? Hayır. Pekiyi bunu konuşmak iyi bir şeyimi- kötü bir şey midir? İyi olması muhtemel bile değil. Onu bunu şirk ile itham ederken kendimizi kimin yerine koyduğunumuza bakıyormuyuz!? Hayır. O halde bunu sakız gibi çiğnemenin ne faydası var? Koskoca bir hiç….

Sürecin böyle gelişmesini sağlayan meselenin bir başka boyutunda yer alan ümmetin çoğunluğu temsil eden bir İslam dünyası var önümüzde. Sütten çıkmış ak kaşık diyemeyeceğimiz bu cenahda elbette hatalar var ki bu bölünme oldu. Konuyla ilgili araştırmalar bunu ortaya koyuyor. Yani ümmet olarak hiç kimse masum değil. Kiminin inanç noktasında saplantıları var kiminin uygulama noktasında.

Sünnet ehlinin yani ehlisünnetin, ehli ehlibeyt sevgisi ve bundan daha önemlisi olan Allah ın “Seni yaratmasaydım âlemleri yaratmazdım “dediği Resûlallahı sevme ve sevdirme adına ürettiği eser ya da toplumdaki etkileşimin etkisinin ne olduğu konusunda eldeki verilere bakıldığında; Şiilerin ürettikleri destanlara, taraftarlarını etkileme gücüne, diğer İslami kesimlerden insanların sempatizanlığını kazanma faaliyetlerinin yanında İnsanın utanası geliyor. Bu anlamda inancalarına güvenip yatanlar acısından ortada büyük bir boşluk olduğunu görmek mümkündür. Tabi ki bu boşluk bıraktırılırsa birileri gelir yanlışlarla doldurmaya kalkar. Bir de itikadım inancım sağlam düşüncesinden yola çıkarak, inancı ile yaşamı arasına mesafe koyanları, inandığı gibi yaşamayı unutarak, yavaş yavaş yaşadığı gibi inanmaya ve gittikçe zillete doğru yol almaya başlayan bir dünyayı görmezden gelebilirliyiz. Bizler bu felsefenin neresindeyiz?. Eğer inancın için bir şey yapmazsan inanç senin için asla bir şey yapmaz. Sen onu terk edersen, o da seni terk eder kendini yaşatacak daha ehil eller bulur. Şia bunca eleştiri alan itikadına rağmen bugün kendini inandığı islamı temsil etmeye adamış görünüyor. İnancı sapkın ve sapık da olsa sonuçta bu inanç sınırlarını kendileri çizmediler. Bugünkülerin yaptıkları kendilerine bırakılan emanetleri hissiyatlı bir şekilde yaşarken geçmişte bırakılan boşlukların doldurulması. Keşke bu boşlukları doldururken meshebi inançlarını pekiştirme adına değil de bazı şia âlimlerinin yapmaya çalıştıkları ancak tabulaşmış fikirlere dokundukları için büyük dirençle karşılaşan Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah, Ali Şeraiti, Seyyid Murtaza Askeri, Ahmed el- Kâtip adlı kişiler gibi tevhit inancında hakikate ulaşma ve birleştirme adına yapsalardı.

Bölünmüşlüğü meydana getiren o dönem hadiselerinin ve hadiselere doğrudan veya dolaylı müdahil olan şahısların rollerinin hissî bakış açısı yerine aklî plânda ortaya konulup değerlendirilmesi gerekmektedir.. Ayrıcalığın sebeplerinden sayılan ve zalimce şehit edilen Hz. Hüseyin’e ağlamak, ya da Yezid’i/Ubeydullah b. Ziyad’i tekfir etmek şeklindeki ifrat ve tefritten kurtarmak, olayları olduğu gibi anlamaya çalışmak, nihayetinde daha soğukkanlı yorum ve değerlendirmelerde bulunmak gerekir. Zira tarih ağlamak veya tahkir/tekfir etmek, teselli bulmak veya psikolojik tatmin sağlamak amacıyla okunmaz, okunmamalıdır; tarih ancak anlamak için okunursa o zaman yol gösterici olur.
Şu hakkı da teslim etmek gerek. Ehlisünnetin sahabeleri koruma altına almış olması aslında çok doğru bir yaklaşımdır. Eğer öyle yapılmasaydı yani sahabeyi eleştiri kapısı çok açık tutulsaydı bu eleştiri normal bir dozda kalmayıp bugün her cenahtan islama büyük hizmetleri dokunmuş kimselere, halen bazı kesimlerce yapıldığı gibi ağız dolusu haksız haraketlere maruz kalacaklardı. Bu insanlara düşmanlık etmenin hangi inanca hizmeti olabilir ki..?. Bu bölünmüşlüğü derinleştirmeden ziyade neye yarar. Kaldı ki, İslam dünyası şu an ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunduğu bir ortamda ortak paydaları ön plana çıkarmak, ihtilafları daha ötelere itelemek veya gündemin merkezinden uzaklaştırmak gerekmez mi?. İslâm’ın yeryüzündeki hedefi; Seyyid Kutup’un Fizilal’de, “insanlık, üzerine şahit olmak, insanlığa her şeyin doğrusunu yaymak ve yeryüzünde adaletin egemen olmasını, insanların yeryüzünde insan gibi hayat sürmelerini sağlamaktır” dediği gibi… Bizler bu amacı gerçekleştirmesi gereken bir ümmet iken birbirimize düşmenin ya da Sünnileri Şiileştirmeye çalışarak tefrikayı körüklemenin islamı yücelere taşımış insanlara iftira atarak hassasiyeti olan insanları yaralamak böylece vahdettin önünü tıkamanın kime ne faydasının ya da zararının olduğu düşünülmez mi? Tarihin fulu sayfalarında yer alan doğru bildiğimiz yanlışlar ile yanlış bildiğimiz doğruları buğün değiştirme imkanı bulabilir miyiz? Yüzdelik oran olarak ne kadarının doğru olduğundan emin olmadığımızı tarihi mevzuları, tefrikayı artırmak adına olmasa bile sürekli gündeme taşımak birilerinin bunun yanında başka birilerini de bunun karşısında varsayarak tahrik unsuru olarak kullanmak kimin ekmeğine yağ sürmek olur? Hem bu kadar net olmayan bir destana inanç iman emanet edilebilir mi? Yani yalanın iftiraın yön verdiği bir oluşum imana nasıl cığır acar!? Birilerine emanet edilmeyen akıl elbette bunu kavrar. Ancak birilerine tepe tepe kullan diye emanet edilen akıllar ne diyeceksin!?

Şii itikadını oluşturan hususlar ile bu itikadı oluşturdukları bilgi kirliliğinden oluşan tarihi hikâyelerin hangi yalancılardan geldiğini, bunlardan sağlanan çıkarların ne olduğunu, itikatlarına delil oluşturdukları ayetlerin hakiki anlamlarını, uydurulan hadislerini kısaca islamın reddettiği hususları elimden geldiğince her iki tarafın kaynaklarından toparlamaya çalıştım.. Bunların iceriğini merak edenler bu çalışmayı bir bütün halinde okumalıdırlar. Şiiliğin oluşumunu sağlayana tarihi süreç bu sürecte, sonradan oluşturulan itikat ve bu itikadin ayaklarının yere basması için uydurulan hadisler ve daha neler… neler!...? Tabii ki bu çalışma bu kadarla da bitmedi. Bu çalışmaya devam edeceğim.
Son yıllarda yapılan bir araştırmada göstermektedir ki, İran yayınevleri Türkçeden Farsçaya çevirdikleri kitap bir elin parmağı kadar bile yok. Bu kitaplarında ilmi bir yanı olmayan güncel olaylardan meydana gelmekte. Oysa İran klasiklerinden tutun da kitapevlerine düşen hemen hemen her kitap Türkçeye çevrilmektedir. Türkiye deki bilim adamları din adına yaptıkları çalışmalarında bağnazlığa düşmeden bunlardan faydalanıp kaynaklarını göstermekteler. Yani bizim toplumumuz yavaş yavaş meseleye daha bir farklı yaklaşımla Müslümanları kendi kişiliklerinden ayırmadan birleştirme çabası içindeler. Bu benim gerçeğim.

Sonuçta bugün şia toplumu da hem devlet olarak hem de toplum olarak onurluca inançlarının arkasındalar. İslam âleminin gerçeği de bu! Pekiyi bu inanç dünyasına sadece eleştirel gözle bakanların hali ne?!.


Talha
Admin

Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 09/11/09

http://talha95.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz