ŞİİLİK DİNMİDİR YOKSA MESHEP Mİ/
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

GADİRHUM (şii inancında Gadirhum'a yüklenen anlam)

Aşağa gitmek

GADİRHUM  (şii inancında Gadirhum'a yüklenen anlam) Empty GADİRHUM (şii inancında Gadirhum'a yüklenen anlam)

Mesaj  Talha Salı Kas. 10, 2009 12:56 pm

Hz. Alinin ilk halife olması gerektiği konusunda Şiilerin iddiası ve bu hususta getirdikleri deliller olduğu bu iddialara nasıl cevap verilebileceği konusu

Şiilerin kendi inançlarında getirdikleri deliller;
Hz. MUHAMMED (s.a.s.) Veda Haccı dönüşünde Gadîru Hum'da konaklamış, gruplar memleketlerine dönmeden önce onları toplayarak bir hitâbede bulunmuştur. Bunun sebebi “-"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Şayet yapmazsan O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır." (el-Mâide, 5/67). Şiî müelliflere göre bu ayet Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Hz. Ali'nin hilâfetidir. Hz. Peygamber takiyye için eşi Âişe(r.a)den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden Cenâb-ı Hak onu ikaz etmiştir Kûleynî, el-Kâfî, II, 72).
Hz. Peygamber Gadîr'de bu ayeti tebliğ ettikten sonra şöyle demiştir:
"Cebrâil (a.s.) bana Rabbimden şu emri getirdi ki; Ali b. Ebî Tâlib benim kardeşim, vasîm, halîfem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar, ALLAH onu size velî ve İmam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona karşı çıkan lânetlenecek, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz; ALLAH mevlânız, Ali ise imamınızdır. İmâmet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir" (Vâhidî, Esbabü'n-Nüzûl,
Yine Şii bir müellif olan Hakim Haskani bu ayet in nuzul sebebinin; "Hz. Peygamber Mi'rac'a çıkınca, Arş'ın altından Ali bın Ebi Talib'in hidayet bayrağı olduğunu işitmiş, fakat yer yüzüne inince bunu gizlemiştir. Bunun üzerine Allah, "Ali hakkında indirileni tebliğ et" ayetini indirince gadir humda açıklamak zorunda kalmıştır. Demektedir.( H.el.Haskari; Şevahidu't.Tenzil, 1/87, 191, 192. )
Bunların dışında Şiiler gadir humda peygamberimizin; Müslümanlara iki emanet bırakıyorum bunlardan biri Kuran diğeri ehlibeytim diyerek, Hz. Ali'nin elini kaldırdığını ve "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" dediğini ifade etmektedirler. Yine Resulullah (s.a.s.) ın, "ALLAH’M, Ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık edene düşmanlık et".,"Allah’m, hakkı döndüğü yerden Ali tarafına döndür." Diyerek dua ettiğini söylemektedirler.
Peygamberimizin Hz.Ali ile alakalı bu ilanını dinleyen sahabeden Haris b. Nu'man el-Fihrî'de Devesini Ebtah denilen yerde çöktürdükten sonra, ashab arasında bulunan Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna çıkarak O'na şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Şehadeti, namazı, zekâtı, orucu ve haccı emrettin. Sana, evet, dedik. Sonra bunu da kâfi görmedin. Amcan oğlunun omzunu tutup Onun bizden üstün olduğunu ilân ederek:
“Ben kimin efendisi isem Ali de, O'nun efendisidir.” dedin. Eğer senin bu sözlerin Allah'tan bir vahiy ise bize bildir. Hz. Peygamber evet Allah'tan deyince geri dönmüş ve kendi kendine eğer bu gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır yahut elim bir azap ver" demiş, Meâric: 70/71 âyeti nazil olmuştur. Bunun ardından Haris gideceği yere varmadan gökten taş yağdığını, Haris'in tepesinden girip altından çıkarak onu öldürdüğünü iddia etmektedirler. Oysa sözü edilen kişi Müslüman olmadan ölmüştür. Burada Haris b. Nu'man Suhabi imiş gibi gösterilmiştir. Feyzu'l. Kadir 6/218. Bu husus Nakkaş ın tefsirinde yer almaktadır. Oysa böyle bir olay tamamen uydurmadır. Hakiki hadis âlimlerinin böyle bir rivayeti mevcut değildir. Zaten Nakkaş'ın tefsirleri bu ve buna benzer yalan haberlerle doludur. Şianın burada bir tezadı görünmektedir ki nakkaşın kendilerinin kullanabileceği ya da kendi akidelerini destekleyen yöndeki sözlerini ön plana çıkartıp işte ehlisünnet âlimi de bizim tezimizi destekliyor derken nakkaş’ın işlerine gelmeyen sözlerine hiç itibar etmezler. Öyleyse Şiiler Nakkaş ın Hz Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) faziletleriyle ilgili sözlerine itibar etmeleri gerekmez mi? Sa'lebi'nin tefsirinden naklettiği söz konusu hadis, hadis mütehassıslarının ittifakı ile uydurmadır. Onun için bu hadis kendilerine müracaat edilebilecek eserlerin hiçbirinde böyle bir rivayet bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi Ebtah, Mekke'de bir yerdir. Hâlbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), o sırada ne Ebtah'da ve ne de Mekke'de bulunmuştur. Sa'lebi'nin “İnecek olan bir azabı, istedi bir isteyen” (Meâric: 70/71) mealindeki ayet-i kerime indi demesi de doğru değildir. Çünkü mezkûr âyet hicretten önce Mekke'de inmiştir.
“Maide suresinin”….Allah seni insanlardan korur ayeti de seferidir. İbn-u Hibban’ın sahihinde Ebu Hureyre’den rivayetine göre ayet, Resulullah’ın bir seferinde nazil olduğu bildirilmiştir.

“Allahım! Eğer bu, senin tarafından gelmiş bir hak ise, hemen üzerimize gökten taş yağdır..” (Enfal: 8/32) mealindeki âyet-i kerime ise ittifakla Bedir muharebesinden sonra inmiştir.
Yine bütün müfessirler bu âyetin Ebu Cehl ve arkadaşlarının Mekke'de iken Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) söyledikleri bazı sözleri üzerine indiğini ittifakla kabul etmişlerdir.
Ondan sonra üzerlerine taş da inmemiştir. Eğer bu mechûl adamın boynuna taş düşüp dübüründen çıkmışsa bu, ashab'ül-fil'in cezasına benzer fevkalâde bir cezadır. Böyle bir adamın başına bu durum gelseydi, mu'cize kabul ederek birçok kimseler onu nakledeceklerdi. Bu olayı gören şahit olan onca ashabı kiramda Hz. Ebu Bekir’i birinci halife seçmez ona biat etmez bu hadisi ve olayı delil göstererek Hz Ali nin imametine biat ederler hiçbir karışıklık meydana gelmezdi.
Hem Hz. Peygamber'in halkın kendisi hakkında "amcasının oğlunu korudu" derler demesinden korkması, Ali namına Hz. Peygamber'e yapılan bir saygısızlıktır. Maide
Suresi Kur an-ı Kerim'in son nazil olan surelerinden biridir. Veda haccında veya feth senesinde nazil olduğuna dair rivayetler vardır!( Kurtubi, el.Cami 6/30.). Bu gün sizin dininizi ikmal ettim mealindeki ayet in bu surede bulunuşu bu ayetin Mekki olmasına bir engel teşkil etmez. Nitekim İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber "Allah beni Peygamberlik vazifesi ile gönderdiği zaman halkın beni yalanladığını gördüm. Bu bana çok zor geldi. Bunun üzerine Allah, bu ayeti indirdi demiştir. Kurtubi'nin ifadesine göre, bu sıralarda Ebu Talibın her gün Hz. Peygamber'i korumak üzere nöbetçiler gönderiyordu. "Allah seni insanlardan korur" ayeti geldikten sonra Hz. Peygamber, "amca, Allah beni insanlardan ve cinlerden korur, benim nöbet tutacak kimseye ihtiyacım yok"( Kurtuhi, u.g.e. 6/243, 244.) demiş ve bu nöbet işinden vazgeçmiştir. Kurtubi'ye göre sure Medeni olmasına rağmen bu ayet Mekkidir. Fahrettin Razi, ayetin tefsirinde, sebeb-i nüzulü hakkındaki çeşitli görüşlere yer verdikten sonra "doğru olan kavlin Yahudi ve Hıristiyanların kötülüklerinden emin olmak için indirildiğini açıklayıp Şia'nın iddialarını reddediyor.( Tefsir-i Kebir 12. 48, 49.) Ayet gerçekten Hz. Ali ile, ilgili olsaydı, kafirlerden değil, Müslümanlardan söz etmesi gerekirdi.
Yine konuyla alakalı bir başka mevzuda Hz. Ali'nin torunu Hasan el-Musenna'ya, Hz. Peygamber ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır "dedi mi diye sorulmuş," evet, fakat bununla emirliği ve sultanlığı kastetmedi. Öyle demek istemiş olsaydı, bunu daha açık bir şekilde belirtirdi. Çünkü Resulullah Müslümanların en fasih olanıdır, eğer mesele söylenildiği gibi olsaydı, 'ey insanlar, bu dini ve dünyevi işlerinizin velisi ve benden sonra da size hükmedecek olandır, onu dinleyin ve itaat edin derdi, vallahi Allah ve Re sulü bu iş için Ali'yi seçip Müslümanlara idareci yapsalardı ve Ali de bunu yerine getirmeseydi, Allah 'ın ve Resulünün emirlerini ilk terk eden olurdu. Demiş ve hadisin sonundaki "Ona dost olana dost, düşman olana da düşman ol" duasının doğru bir söz ve icahet edilecek bir dua olduğunu belirttikten sonra "Ali'ye düşmanlık edenler Rafızîlerden başkası değildir, onu layık olmadığı bir duruma düşürürler" demiştir. .( İbn Arabi; cl.Avasım Mine'l-Kavasım 185-186.)
İran devrim lideri Humeyni “Kesful Esrar” isimli kitabında diyor ki: “Hadisin basında da ispat ettiğimiz gibi Nebi (s.a.v)’in Kur’an da İmamet konusunu açıklamasında geri çekilmesinin sebebi: kendisinden sonra Kur’an’ın tahrif edilmesinden korkması ve Müslümanlar arasında ihtilafların şiddetlenip bununda İslam’a tesir etmesidir. Ve su da apaçık görünüyor ki Eger Nebi (s.a.v) Allah’ın imamet konusunda ona vahyettigi tebliği yapmış olsaydı, şuan ki İslam beldelerinde Müslümanlar arasında ki bu ihtilaflar ve münakasalar patlak vermezdi”.(Kesful Esrar Sayfa149 155)
Adı geçen zatın tavrına dikkat ederek söylediklerinin ne manaya geldiğini iyice irdelemek gerek. Hz peygamber Allah ın “biz koruyacağız” dediği kuranın değiştirilmesinden korktuğu için imametle alakalı ayeti açıklamadığını söylüyor. Haşa burada Hz Peygamberimizi suçlamaktadır. Çünkü işinde eksiklik gerçekleştirmesi, açıklaması gerekeni açıklamaması nedeniyle kuranda ilk tahrif ilk önce peygamber tarafından başladı. Çünkü O İmamet ve İmamlar konusunda Rabbinin ona vahyettigini tebliğ etmemiştir. Ve İmamet ve İmamlar konusunda ona vahy inmesine rağmen O Kuran’da ki imamları ve imameti insanlara açıklamadı (!) bundan dolayı da ümmet O’nun vefatından sonra fitnelere ve ihtilaflara düştüler! Diyor Şianın en önde gelen lideri.
Mezhepçilik adına yapılan iddiaların insan yüzünü ne kadar çirkinleştirdiğini buradan görmek mümkündür.
Şiî âlimlerin Gadîru Hum meselesi ile alakalı iddia ettikleri rivâyetleri islam âlimlerinin değerlendirmesine bakacak olursak;
İbn Hamza, Usame'nin, Ali b. Ebu-Talib'e "Sen benim mevlam değilsin, benim mevlam Resulullahtır" dediğini, Hz. Peygamber'in de bunu işitince "ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" dediğini yazmaktadır. Tirmizi'nin rivayetinde ise, Hz. Peygamber bir seferde ordunun başında Ali b. Ebi Talib'i görevlendirmesi sonucu Ali den duyulan hoşnutsuzluğu gidermek amacıyla olayı kardeşliğe bağlamak için söylediği sözler belirtilmektedir. Konuyla alakalı geniş bilgi aşağıda yer alacaktır.
Tirmizi'nin rivayeti ile İbn Kesir'in Büreyde'den naklettiği haber birbirinden farklı olaylar değildir

İbn Teymiye Minhacu's-Sünne 4/118 de bu iddiaların tamamen uydurma olduğunu ifade ederek, "bu uydurmanın mütevatir olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele hakkında Sakife gününde, Ömer'in vefatında, altı kişilik Şura teşekkül ettiği zaman ve nihayet Osman'ın şehadetini müteakip, Ali'nin hilafeti üzerine münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden biç değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması beklenmez miydi? Görüldüğü gibi hu, rafızilerin uydurmalarından biridir". Diyor. Yine bu konu ile alakalı meşhur Goldziher diyor ki: ” Vaziyet bu olunca, Ali taraftarları onun Peygamberin doğrudan doğruya
tayinine mazhar bulunduğunu göstermeğe matuf rivayetler icad edecek ve onları söz sahibi kılacaklardı. Bu niyete cevap olmak üzere vücut bulan Hum hadisi, Ali fırkası nazariyatının en sağlam temellerinden birisini teşkil etmektedir. Son derece meşhurdur. Sünni 'otoriteler dahi onun sıhhatine itiraz etmemektedirler. Fakat onu başka bir mana vererek gerçek hedefinden çevirmiş bulunmaktadırlar. " Bunların dışında Gadir-i Hum olayını tamamiyle reddetmeden meseleyi açık bir şekilde ortaya koymayan Sünni alimlerde mevcuttur ki . Müslim bunlardan biridir.
İbn Mace de Gadir hadisine Sünen Mukaddime 11. de yer vermiş: fakat Hz. Peygamberin konaklayıp halka hitap ettiği iddia edilen yeri ismen net olarak bildirmemiştir Gadir-i Hum olayı, olup olmadığı, yeri ve içeriği çok münakaşa edilen bir konudur. Hz. Peygamber, Hum denilen mevkide namaz kılmış, dinlenerek ashabiyle sohbet etmiş olabilir. Eğer orada Ali'yle ilgili bir hutbe okudu ve onu gerçekten halife olarak tayin etseydi; hilafet üzerine münakaşaların yoğunlaştığı günlerde Peygamber'in bu vasiyetini duyanlardan hiç 'olmazsa birisinin çıkıp bunu açıklaması gerekirdi. Öyle anlaşılıyor ki Şiiler daha sonraları Hum hadisi diye dillendirip insanların kafasında yer edinilmesini sağladıktan sonra iddialarını bu hadisenin içine yerleştirmiş olduklarını görmek mümkündür. Çünkü Buharinin; Sahih, İsti'zan 29 da geçen. Hz. Peygamber'in hastalığında Alib. Ebi Talib onu ziyaretten çıktıktan sonra halk "Ey Ebu Hasan, Resulullah nasıl oldu?" diye sordular. Elhamdülillah iyi diye cevap verdi. Ravi diyor ki: "Bunun üzerine Abbas, Ali'nin elinden tutup bana bak, vallahi sen üç gün sonra köle olacaksın. Allah'a yemin ederim ki Abdu'I-Muttalib oğullarının yüzünde gördüğüm ölümü Resulullah'ın yüzünde de gördüm. Haydi, Resulullah'a gidelim ve bu işin (hilafet) bize ait olup olmadığınıı soralım. Eğer bize ait ise bilelim. Şayet bize ait değilse Hz. Peygamber bizi (yeni halifeye) vasiyet etsin. Ali, vallahi ben bunu yapamam, eğer Hz. Peygamber'e gider de bunu bize vermezse kimse onu bize daha sonra vermez". Buhari',den naklettiğimiz bu haberden sonra durum bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. Eğer gerçekten Ali'ye Hz. Peygamber tarafından hilafet iddia edildiği gibi vasiyet edilmiş olsaydı, ne Abbas yukarıdaki sözleri söyler ne de Ali böyle cevap verirdi. Bu rivayet de göstermektedir ki, Ali'nin vasiy ve halife olarak seçildiğine dair nakledilen bütün rivayetlerin gerçekle bir alakası yoktur ve uydurmadır.

Konuyu irdelemeye devam ederken Maide 67 ayetin iniş zamanı, yer ve sebebine bakılacak olursa;
Gadîru Humu kabul eden bazı kaynaklar hicretin onuncu yılında Zilhiccenin onsekizinci günü Veda Haccı'ndan dönerken okunan bir hutbe olduğunu söylemekteler. Aynı yıl Zilhiccenin dokuzuncu günü Arefe günü, "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir. Bu ayetin, Hz. MUHAMMED'e peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz Mâide suresinin altmış yedinci ayetinden daha önce inmesi mümkün değildir? Çünkü Dinin tamamlandığını bildiren ayet inmiş ve yüzbin'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi altmış yedinci ayetin daha önce, Mekke fethi ve Hayber gazvesinden önce indiğini tesbit etmişlerdir (Saîd İsmail, Hakîkatü'l-Hılâf Beyne Ulemâi-ş-Şîa ve Cumhûri Ulemâi'l-Müslimîn, Carbondale 1983, . 25, 26).
İbn-u Ebi Hatim ve İbn-u Merdeveyh, Cabir’den rivayet ettiklerine göre ayet, Benu Enmar gazvesinde Batnanahle’nin tarafına düşen Zaturrika’da nazil olmuştur. (El İtkan Fi Ulumil Kuran İmam Suyuti)
Enmar Gazası ile Zatur Rİka gazası aynı gazadır diyenler de vardır. Ancak Buharı Enmar ve Zaturrika’yı ayrı ayrı olarak zikretmektedir. Zaturrika ise Hayber savaşından sonra olduğu yine Buharı tarafında rivayet olunmuştur. Önce olduğuna dair rivayetler var ise de en sahih olan Hayber’den sonra olmasıdır. Bu konuyla alakalı Kitabul Megaziye bakılabilir.
Enmar ile Zaturrika’nın aynı gaza olduğunu söyleyenlere göre Maide 67 ayeti kerimesi hicri yedinci yıllarında nazil olmaktadır.
Uhud savaşından sonra da nazil olduğunu söyleyenler vardır.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki her halükarda bu ayeti kerime Veda haccından önce nazil olmuştur. Dolayısıyla veda haccından sonra meydana gelen Gadir Hum olayından en az üç sene önce inmiştir
Şimdi de Maide 3. ayeti kerimesinin, yani “…Bugün dininizi kemale erdirdim…” ayeti celilesinin ne zaman nazil olduğuna bakalım
“Yahudilerden bir adam Ömer’e gelerek dedi ki: Ey EmirülMüminin, sizin kitabınızda okuduğunuz bir ayet var ki eğer o ayet Yahudiler topluluğuna inseydi biz o günü bayram yapardık. Ömer dedi ki hangi ayettir O Yahudi: Bugün dininizi kemale erdirdim” bunun üzerine Ömer dedi ki: Ben o ayetin indiği günü ve nerede indiğini biliyorum. O ayet Resulullah’a Arafatta Cuma günü indi.( Müslim, Kİtabut Tefsir) Ayrıca Buhari de, tırmizde de Müslim deki rivayete benzer rivayetler mevcuttur. Ayrıca diğer hadis kitapların da bu ayeti kerimenin Nebi Aleyhisselama Veda Haccında, Arafat ta iken indiğine dair rivayetlerde vardır. Bu tarih ise Zilhiccenin dokuzu Cumaya rastlamaktadır. Bu tarihten sonra Nebi aleyhisselam 80 veya 81 gün yaşamıştır.
Bu meseleyi tam anlayabilmek için, Ayetı öncesi ve sonrası ile bölüp parçalamadan bütün olarak bir okuyalım.

65 eğer kitâb-ı mukaddes'in izleyicileri [gerçek] inanca ve Allah’a karşı sorumluluk bilincine ulaşmış olsalardı, biz gerçekten onların [geçmiş] kötülüklerini siler ve onları nimet bahçelerine sokardık; 66 Eğer onlar Tevrat’a, incil'e ve rableri tarafından kendilerine indirilmiş olan bütün [vahiy]lere uymuş olsalardı, gökyüzünün ve yerin tüm nimetlerinden yararlanırlardı. Onların bir kısmı doğru bir yol tutarlar; çoğuna gelince, yaptıkları ne kötüdür onların!67 ey elçi! Rabbinin sana indirdiklerini tebliğ et: sen onu tam yapmadığın sürece rabbinin mesajını [hiç] yaymamış olursun. (görevini yaparsan) Allah seni [inanmayan] insanlardan koruyacaktır. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.68 de ki: “ey kitâb-ı mukaddes'in takipçileri! Siz, tevrat'a, incil'e ve rabbiniz tarafından size indirilen her şeye [tam olarak] uymadıkça inançlarınızı sağlam bir temele oturtmuş olmazsınız!
Görüldüğü gibi ayeti parçalamadan işine geleni cımbızla cekip almadan bir bütün olarak bakıldığın ehli kitap ile alakalı olduğu anlaşılır. Asla Şiilerin çıkardığı anlam çıkmaz
Kitap Ehli, Müslümanların Dini ile alay ve oyun konusu etmekteydiler. Bu onların azgınlığını ve küfrünü artırıyordu (Mâide 5/57, 64). Bunun an¬lamı, Hz. Peygamber'in getirdiği mesaja ağır bir tepki gösteriyorlardı.
Ahmed B. Hanbel'in Müsnedinde (I, 309) Be¬lirtildiği gibi, Bu tepki karşısında Hz. Peygamber, İnsanların Onu Yalanlaması, Yahudi, Hıristiyan Ve Müşriklerin Onu Korkutması Sebebiyle Peygamberlik Görevini Yürütemeyeceğinden Endişeye Kapıldı. Âyet Bunun Üzerine İnmiştir. Hata Hz. Aişe annemiz buyurdular ki: (Maide 67) ininceye kadar Nebi sallallahu aleyhi ve selemi alt niyetli kitap ehlinden nöbetçiler tarafından korunurdu.( İbn Hatim, Hakim, Tımizi ve İbn Cerir)
Zaten âyetin devamındaki "Allah seni insanlardan koruyacaktır" ifa¬desi, âyetin iniş sebebinin, toplumun tehlike arz edecek kadar ağır tepkisi olduğunu ortaya koymaktadır.
Rivayet ediliyor ki Resulullah (s.a.v) bir hadis-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ beni peygamberlik göreviyle gönderdi. Bundan dolayı çok sıkıldım ve görüyorum ki insanlar beni yalanlıyorlar. Yahudiler, Hıristiyanlar, kureyşliler korkutuyorlar. Ne zaman ki Allah, 'peygamberlik görevlerini tamamen tebliğ etmezsen seni cezalandırırım.' dedi, korku da tamamen ortadan kalktı". Eğer böyle yapmazsan, yani sana tebliğ edilmek için indirilenleri tebliğ etmezsen Allah’ın peygamberlik görevini, elçiliğini ifâ etmemiş olursun. Nâfi kırâetinde, çoğul olarak şeklinde okunduğuna göre, Allah’ın elçilik görevler i ni tamamen yerine getirmemiş, vazifeni yapmamış olursun. Allah ise seni insanlardan tamamen koruyacak. Çünkü muhakkak ki Allah kâfirler gürûhunu gayelerine ulaştırmayacak, sana karşı herhangi bir sû-i kast yapmaya kalkışacak olanların herhalde kâfir l erden olacağında şüphe yoktur. Şu halde Allah seni her halde- insanlardan korur ve muhafaza eder. Fakat hiçbir kimseyi Allah’ın azabından koruyacak bir muhafız yoktur...
Bu ayette geçen ve bir önceki cümle ile kesin olarak irtibatlı bulunan “Allah seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allah kafirler güruhunu maksatlarına ulaştıramaz” kısmı, ayetin Gadir Hum’da değil, İslamiyet’in ilk yıllarında nazil olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü ayette “kafirler güruhunun maksatlarına ulaşamayacağı” gibi çok ağır bir itham vardır. Oysa Veda Haccı dönüşünde, Gadir’de konaklanması esasında Peygamberimizin yanında binlerce Sahabi vardır. Kuran’ın onları “Kafirler güruhu” olarak vasıflandıracağı düşünülemeyeceğine göre, Allah’ın Peygamberimizi Sahabelerden koruyacağı şeklinde de anlaşılmayacağına göre, buradan da anlaşılıyor ki; yüce Allah Sevgili Habibini Sahabeler vasıtasıyla diğer insanlardan korumuştur. Dolayısıyla yirmi üç yıllık sıkıntılı bir hayattan sonra İslamiyet’in tamamlandığı, ayette açıklandığı gibi kemale erdiği bir zamanda, vazifesini yapmak hususunda hiçbir şeyden korkmayan bir Peygamberin üstelik akrabaları da yanında olduğu halde kendi Ashabından korktuğunu iddia etmek cesarette eşi benzeri olmayan Resulullaha büyük bir hakarettir. O Resulullah ki Hz. Ali gibi küçük bir çocuktan başka maddeten hiçbir koruyucusu olmadığı halde Ebu Cehil, Ebu Lehep, Ümeyye bin Halef ve daha birçoklarından korkmayarak Allah’ın dinini açıktan açığa tebliğ edecek, bu uğurda Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te ve daha pek çok yerde azılı müşrikleri karşısına alacak, elinde kılıç onlarla cihat edecek, din kemale erdikten sonra en yakın arkadaşlarından hele hele Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den, hanımından korkarak Hz. Ali’nin kendisinden sonra halife olacağını açıklamaktan korkacak? Bu hiç ona yakışacak bir vasıf mı? Bu düpedüz hakeret aşağılamaktır. Bu da asla Hz peygambere yakıştırılacak bir anlam değildir.
O Resul ki, birkaç gün öce Arafat’ta, Mekke’de Ashabına Hitaben Yaptığı konuşmalarda “Tebliğ ettim mi?” diye soracak, onlar “Evet” deyince “Allah’ım şahit ol” diye vazifesini layıkıyla yaptığına Allah’ı şahit tutacak, sonra da Ebu Bekir’den, Ömer’den, en yakın arkadaşlarından korkarak Allah’ın en son emrini tebliğ etmekten çekinecek. Bu inanılmaktan öte konu edilecek bir husus bile değil. Şiacıların en büyük delil saydığı yorum kendilerini bataklıktan çıkarmaya yetmemiştir.
O Resül ki, putperest toplumda batıl yaşam biçimi zirveye çıkmışken, kadınları yoksulları, köleleleri insan yerine koymazken, zaaflarını hayata geçirmede zirveye çıkmışken onlara korkmadan ve çekinmeden “Kendi yaptığınız Putları terk edin, bir olan Allah’a iman edin” namaz kılın, oruç tutun, içki içmeyin, kumar oynamayın, zina yapmayın, faiz yemeyin diyecek cesareti gösterirken onunla hiç kıyaslanmayacak cesaret bile gerektirmeyecek bir konu da Hz. Ali’nin halife olacağı ve bunu ümmetine açıklaması vahiy edildiğinde korkacak, Allah da ona korkmamasını emredecek?
O Allah ki, son Resulü ile tebliğ ettiği en mükemmel dini olan İslamiyet’i Resulünü tebliğ vazifesini açıklayamayacak kadar haşa korkutan Ebu Bekir ve Ömer’in eline bırakacak?
Haşa ve kella, Allah böyle abes iş yapmaktan uzak olduğu gibi, Peygamberimizde Allah’ın en son emrini tebliğ etmekten korkan biri olmaktan uzaktır. Hiç kimsenin o Yüce Peygamberi korkaklıkla itham etmeye, canlarını yolunda siper eden ve pek çok yerde Kuran’ın övgüsüne mahzar olan Sahabileri Peygamberimizin hele hele Allah’tan aldığı emirleri tebliğ etmekten korkutacak kimseler olduğunu söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Bu çok ayıptır. utanılacak bir iftiradır.
Ayetin ifadesinde Hz. Alinin hilafetiyle ilgili hiç bir şey yoktur. Şevkaninin de belirttiği gibi, ayet umum ifade etmektedir.( Şevkani, Muhammed, Fethu'l- Kadir, Daru İhyai't- Türasi'l- Arabi, Beyrut, ts. II, 59. Ayrıca bkz. Kurtubi, VI, 157)
Yani, "rabbinden sana ne indirilmişse, hepsini tebliğ et" demektir. Nitekim Hz. Aişe, "her kim 'Muhammed kendisine indirilenlerden bir şey gizledi' derse, yalan söylemiş olur" demiş ve üstteki ayeti okumuştur.( Buhari, Tefsir, 5/7; Şevkani, II, 59)

Durum böyle iken, şia bazı zayıf ve uydurma rivayetlere dayanarak, (Şevkani, II, 59-60) mezkur ayetin Hz. Alinin hilafetini bildirdiğini söyler. Halbuki bu iddialarıyla Hz. Peygamberi görevini tam yapmamakla itham etmektedirler. Zira ayet eğer onların anladığı gibiyse, Hz. Peygamber bunu tebliğ etmeden gitmiş demektir. Zaten şiacılar sahabenin ortaya koyduğu delilleri karartmaya çalışmış yerine uydurma rivayeti gerçek gibi taraftarlarına sunmaktan geri durmamışlardır.
Şunu da belirtmekte fayda var. Şia tarafında Allah’ın Hz. Ali’yi halifet tayin ettiği hususunda en kuvvetli delil olarak gösterdikleri bu ayet, kendilerini de tatmin etmemiş olmalı ki, Kuran’ın tahrif edildiğini, Kurandan Hz. Ali’nin hilafeti ve fazileti ile ilgili ayet ve surelerin çıkarıldığını iddia etmek mecburiyetinde kalmışlarıdır. Sözü edilen kısmı kurandan çıkaran kimselerin Maide 67’yi niye çıkarmadığına hususuna da hiç cevap bile vermemişlerdir. Tabi iddialarına Kurandan delil bulamayınca iddialarının doğrulanması için kurana olan güven duygusunu yıkma yolunu seçmişlerdir. Şiilerin kuran ve hadis anlayışı mevzuunda bu husus işlenecektir.
Bu konunun daha net anlaşılması için Peygamberimizin dinlenmeye durduğu Gadir Humda hutbe irad etmesinin sebebini açıklayan kaynaklar olayı şöyle anlatmaktadır.
Peygamberimiz Veda haccından bir müddet önce Hz. Ali’yi Yemen’e vazifeli olarak göndermişti. Hz.. Ali Veda haccında Peygamberimizle buluşacaktı. Hz. Ali, Mekke'de Rasûlullah'la buluşmak için Yemen'den dönü¬şünde biraz acele ederek önden gitti. Askerlerin başına arkadaşlarından birini vekil bıraktı. Bu vekili de Hz. Ali'nin Yemen'¬den getirmiş olduğu kumaşları askerlere dağıttı. Askerler bu elbisele¬ri giydiler. Mekke'ye yaklaştıklarında Ali onları karşılamaya çıktı. Bir de baktı ki, Yemen'den getirmiş olduğu elbiseler, askerlerin üze¬rinde... Vekil olarak bıraktığı komutana kızarak:
- Yazıklar olsun sana! Bu nedir? diye hesap sordu. Vekili şu ceva¬bı verdi:
- İnsanların araşma geldikleri zaman askerlerin biraz düzgün kı¬yafetleri olmalarını istedim. Onun için onlara bu elbiseleri giydirdim.
- Yazıklar olsun sana! Bunlar Rasûlullah'ın yanına gitmeden, elbiseleri üzerlerinden çıkar.
Bunun üzerine askerlerin üzerindeki elbiseleri çıkarttırdı ve tek¬rar yerlerine koydurdu.
Bunun üzerine askerler, Hz. Ali'nin kendilerine yaptığı bu mua¬meleden şikayetçi oldular.
İbn İshak, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İnsanlar Ali'yi şikayet ettiler.
Peygamberimiz onlara “Ey insanlar, Ali’yi şikayet etmeyiniz. VALLAHİ o ALLAH yolunda şikayet edilmez” dedi. Hac dönüşü Gadir Hum mevkiine geldiklerinde de mola verdi Gadir-i Hum Mekke ile Medine arasında Cuhfe yakınlarında bulunan bir mevkinin ismidir. Orada bir müddet istirahat edip öğle namazını kıldıktan sonra, Sahabilere hitaben şöyle bir konuşma yaptı:
“Ey insalar! Haberiniz olsun ki, ben de ancak bir insanım, Çok sürmez Yüce Rabbimin elçisi bana gelecek, ben de onun davetine icabet edeceğim. Ben size kıymeti ve mesuliyeti ağır iki emanet bırakıyorum. Birincisi Yüce ALLAH’ın Kitabıdır ki, onun içinde hidayet ve nur vardır. Cenab-ı Hakkın kitabına sım sıkı sarılınız. İkincisi de Ehli Beytimdir. Ehli Beytime muamele hususunda size ALLAH’ı hatırlatırım.
Efendimiz bu konuşmadan sonra, oradakilere “Sizin veliniz kimdir?” diye sordu.
“Bizim velimiz ALLAH ve Resulüdür” cevabını verdiler
Peygamberimizi, “Ey insanlar! Benim müminlere öz nefislerinden daha sevgili olduğumu biliyorsunuz, değil mi?” buyurdu.
“Evet” dediler Peygamberimiz sualini tekrarladı, yine aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Resulullah Hz. Ali’nin elinden tuttu ve şöyle buyurdu:
“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah’m ona dost olana dost, düşman olana da düşman ol. Ona yardım edene yardım et”
Bu sözler Hz. Ali’nin halifeliğe tayin etmek için değil Hz. Ali' ye karşı duyulan hoşnutsuzluğun giderilmesi için olaya Hz. Peygamber'in. Müdahale etmesidir. Çünkü Hz. Peygamber, müminler arasında birlik ve beraberliğin bozulmasını istememektedir, dostluk ve kardeşlik havasının devamını ve yerleşmesini arzu etmektedir.


Her şeyden önce Hz. Ali’nin hutbelerinden toplandığı söylenen Nechul Belaga ve diğer kaynaklarda ki sözleri böyle bir iddianın doğru olmadığını kesinlikle ortaya koymaktadır. Bunun dışında kullanılan kelimelerin ne anlama geldiğine bakacak olursak;
kullanıldığı iddia edilen “Mevla” sözünün on beşe yakın manası vardır. Bundan hilafet manasını çıkarmak doğru değildir. “velayet” Şiilerin kastettiği halifelik manasında değil, “dost, efendi” manasındadır” Eğer Peygamberimiz burada Hz. Ali’yi halife tayin etmek isteseydi, bunu yirmiye yakın manası olan bir kelime ile değil de, hiçbir şüphe ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde açık ifadelerle anlatırdı.
Bakillani de bu hadiste geçen Mevla kelimesi ile ilgili olarak şöyle der:
“Mevla kelimesinin çok manası vardır. Yarımcı manasına gelir, amcaoğlu manasına gelir, sevilen ve seven anlamına gelir, mekan ve karar anlamına gelir. Vela hakkına sahip köle azad eden kişi anlamına gelir, komşu anlamına gelir, damat anlamına gelir, antlaşmalı anlamına gelir, Mevla sözü bütün bu anlamları ifade edebilir, bu kelimden Mevla itaat edilmesi farz imam anlaşılmaz”
Bakillani daha sonra bu kelimeden şu mananın anlaşılabileceğini söyler:
“Her kim beni seviyor, ben gizlim ve açığımla onun velisi isem, Ali de

- Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, Ali'ye dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene de düşman ol.»
Bu rivayetin senedi zayıf ve gariptir.
İmam Ahmet b. Hanbeli’n oğlu Abdullah, Ubeyd b. Velid el-Kay-sî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın yanına gittim. Bana, Hz. Ali'nin geniş ve düzlük alanda insanlara şöyle seslendiğini duyduğunu ifade etti:
- Gadir-i Hum gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m konuştuğu sözleri duyan bir adam varsa, Allah aşkına ayağa kalksın ve onu görmüş olandan başkası ayağa kalkmasın.
Hz. Ali'nin böyle demesi üzerine oniki kişi ayağa kalkıp şöyle de¬diler:
- Rasûlullah (s.a.v.)'m, Ali'nin elini tutup şöyle dediğini gördük ve işittik:
- Allah’m, Ali'ye dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene düşman ol. Ona yardım edene yardım et. Onu yardımsız bırakanı yardımsız bırak!
“Cühfe gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ali'nin elini tutmuş ola¬rak- hutbe irad ettiğini, sonra cemaata şöyle dediğini işittim:
- Ey insanlar! Ben sizin velinizim.
- Doğru söyledin ya Rasûlallah..
Bundan sonra Rasûlullah, Ali'nin elini tutup kaldırdı ve şöyle bu¬yurdu:
- İşte bu benim velimdir. Ve benim yerime (borçları, emanetleri) ödeyecek kişidir. Buna dostluk edene Allah da dostluk edecektir. Bu¬na düşmanlık edene Allah da düşmanlık edecektir”

Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsenna da bu hususta şöyle der:
“Resulullah sav. ‘Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır’ sözüyle emirlik ve hilafeti kastetmiş olsaydı, namaz, oruç, zekât ve hacla ilgili hükümleri açıkça belirttiği gibi bunu belirtir ve ‘Ey insalar, bu benden sonra sizin halifenizdir’ derdi. Şüphesiz Resulullah sav. Müslümanların en fasih ve en açık konuşanıdır.”
“Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ali bendendir. Ben de onda¬nım. Borcumu ya ben veya yerime Ali öder
Bütün bu sözler Hz. Ali’nin halifeliğe tayin edildiğine kesinlikle delalet etmez. Her şeyden önce Hz. Ali’nin Nechul Belaga ve diğer kaynaklarda ki sözleri böyle bir iddianın doğru olmadığını kesinlikle ortaya koymaktadır.
Fakat Sünnî âlimler "Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır" gibi sözleri Şiîlerden farklı bir şekilde yorumlamaktadırlar. İbn Kuteybe bu konuda şöyle diyor: "Hz. Peygamber her müslümanın velîsidir. Velayet Hz. Peygamber'le müminler arasında olduğu gibi, müminlerin kendi aralarında da olur. Hz. Peygamber'in Ali ile olan münâsebeti de böyledir. Ayrıca mü'minlerin bazıları bazılarının velîleridirler" (et-Tevbe, 9/717). Velî ve mevlâ kelimeleri arasında bir fark yoktur. Bu da Hz. Ali'ye bir üstünlük sağlamaz. Bu konu ile ilgili birçok ayet vardır (et-Tahrîm, 66/4 et-Tevbe, 9/71; el-Bakara, 2/247; Yunus, 10/62). Hz. Peygamber benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabeler hakkında da söylemiştir. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh için "Bu ümmetin emînidir" buyurmuştur.

Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği görüşe göre, müslümanların Hz. Ali'yi sevmesi Hz. Peygamber'i sevmesi gibi farz; O'na düşman olmak da Hz. Peygamber'e düşman olmak gibi haramdır. Bu, ehl-i beytin görüşüne de uygundur (Abdulaziz Dehlevî, Muhtasaru't Tuhfeti'l-İsnâ Aşeriyye, 161).

DEĞERLENDİRME Gadir hum olayı sonuç olarak yorumlanırsa
Şiacıların iddialarını Kur'an'dan bir kısım ayetler noksanlığı, gizli kalmışlığı veya bazı ayetlerin batini tevilleri olduğunu söyleyip bu tevilleri biz anlarız, ehlibeyt mektebinden geçenler anlar söylemleriyle ispatlamaya çalıştıkları gibi, tarih kitaplarında geçen hadiseleri de farklı filmlerden alınan kesitlerin montaj edilerek elde edilen bir senaryoya çevirdiklerini görmek mümkündür. Gadir Hum olayı da bunun bir örneğidir. Olayların başını ve sonunu anlatmadan konunun ortasından aldıkları üç beş cümleyi gerekçe saymaları ve bunları başka hadiselere monte etmeleri bambaşka bir anlam çıkartmaya çalışmaları bunların ilim adına gerçek adına yaptıkları çalışmanın güvenirliğini ortaya koymaktadır. Bunlardan ilim ve gerçekler hususunda sığ, çelişkiler yumağı, kendi içinde birlikteliği sağlayamamış, altyapısız, bütünlükten uzak bir anlayış ürettiklerini görmek mümkündür. Hatta Mutezile ve Hariciler bu taifeden hem rivayet ilimlerinde ve hem de metinleri anlamada daha ileridir. Bundan dolayı Şia bazı noktalarında Mutezileden tesiri altında kalmıştır. Şianın mutedil kolu Zeydiyye mezhebi bu konuda ve daha birçok konuda imam iye şiası gibi düşünmez ve onları katılmadıklarını her fırsatta söylemekten geri durmazlar.

Gadır Hum Olayını Şiiler gibi anlamak, yani; Hz Peygamberimiz Veda Hutbesinde 100.000 müslümana açıklama yapmayıp daha Sonra gizli saklı ümmetinden bir şey kaçırıyormuş gibi çevresindeki bir kaç kişiye Hz. Alı ile ilgili hükümleri açıklaması. Hz. Resule iftira olmaz mı?... Bu anlatım tarzının Hz peygamberi anlatması mümkün müdür? .
Yok eğer bu sözleri veda haccında söyledi ise; “Benim mevlası olduğumun, Ali de mevlasıdır” hadisini yüz binin üzerinde müslüman duydu ve bunu Şiilerin anladığı tarzda anladı da, neden üzerinden fazla zaman geçmeden ölen Hz. Peygamber’in ardından insanlar bir “halife” arama telaşına kapıldılar? Allah’ın Resulü olayın böyle gelişeceğini bilmiyor muydu? Biliyor ise neden önceden apaçık söyleyip tedbirini almadı? Yoksa hiçbir şeyin farkında değilmiydi.? Ümmet bu kadar mı ihanet içindeydi?? Yüce Allah’ın en sevgili kulu olan Hz peygamberin anlattıklarında hiç samimiyeti, hiç etkileme gücü yomuydu ki etrafındakiler en zor günlerde O’nu desteklerken ahrete göçünde O’na sırtını döndüler? Yok sa sümme haşa bunlar şuursuz, korkak sahtekarlar sürüsüymüş de peyfamberimiz mi farkına varamamış? Eğer öyle idiyse Bu korkak insanlar nasıl oldu da o azgın müşrikleri dize getirdiler? birkaç sene gibi kısa bir zaman içerisinde İran’ı, Suriye’yi fethettiler? Bu nasıl çelişkili bir anlayıştır? Bu görüş insanları peygamberden şüpheye götürmez mi?. İnananların sığınacağı sağlam limanları yıkmak anlamına gelmezmi? Bu ne biçim bir izan ne biçim bir inançtır. Evet, bu insanlar kesinlikle korkak değildi yukarda sayılan hiçbir yanlış düşüncenin esiri değillerdi. Aksine son derece cesur ve şuurluydular. Allah yolunda peygamberimizin çizdiği inanç üzerinde ölüm onlara vız gelirdi. Fakat ortada Hz. Ali’nin Allah tarafından halife tayin edildiğine dair herhangi bir nass yada peygamberimizden belirgin bir işaret olmamasından dolayı sessizdiler. Suskunluğun sebebi bundandı. Bunun dışındaki söylemler sadece laftan ibarettir.

Pekiyi olayın diğer kahramanına Hz Aliye halifelik hakkı ayetlerle verilmiş ise ve bu çok açık belirginse bunu da bugünkü Şiiler bildiğine göre Hz Ali de biliyordur. Neden o karışık ortamda bu " ilahı " kaynaktan yararlanmadı? Kuran da hakikat olan bir hususu insan iradesine yani hakeme niye bıraktı? Hakem olayını neden kabul etti? Bu davranışı Kurana ters düşmez mi?, Allah'ın Ayetini arka plana İtmesi anlamına gelmez mi.?, İmameti İnkar Olmaz mı?..! Ali’nin Muaviye’yi haklı gördüğü anlamına gelemez mi? Zaten Hz. Ali nin Sıffından sonra Hakem Olayını kabul etmesi, Hz Alı ölüm döşeğinde iken " Hasan'a beyat edelım mı " Sorusuna " Sız bilirsiniz" deme sı ve Hasan'ında Hilafeti Muaviye ye devretmesi bu konuda Ayet ve Nas olmadığının delili değimli?. Şayet eğer varsa o zaman haşa - Ehlı Beyt kuranı çiğneyenlerden olmaz mı?. !
Hz. Alı'nın sağlığında söz konusu edilmeyen hadisler neden ölünce zorlama anlamlar çıkarılarak imamet anlamı çıkarılmaya çalışılmaktadır...Hz Alı Halife iken neden imamet fikri üzerinde durmadı.? Bu kadar önemli meselenin insanların kafasında soru olarak bırakmanın Ali ye yakışır bir yanı var mı? Şiiler inançlarına getirdikleri yorumun hakikatte ne anlama geldiğini görmüyorlar mı?
Şiilerin buradaki esas amacı; Hz. peygambere, Kurana olan güveni yok etmek, İslam için değer olan her şeye inancı yitirmek en azından güveni sarsmayı sağlamak mı? Yoksa kendi tezini doğrulamak adına söyleyecekleri fikirlerin ucu nereye dokunursa dokunsun, hangi inancı sarsarsa sarssın, kime iftira atılırsa atılsın, yeter ki iddialarını ispatlamak adına bir dayanağının bulunması mı? Eğer ikincisi ise, hasiyet ve şerefleriyle oynadıkları onca insanların haklarını nasıl ödeyecekler. Bir de meselenin öbür yanı var bu tür yalan ve uydurmalara takiyye kılıfını giydirerek taze bir meyveymiş gibi islamı kabul etmiş insanlara yedirerek hak yoldan cevirmeleri onları zehirlemeleri sapıklığa döndürmenin vebali de unutulmamalıdır. Söylenen her yalana mutlaka bir kılıf bulmak hakiki bir imanın belirtisinin olmadığı bilinmeli doğrularda buluşmanın yol ve yöntemi geliştirilmelidir. Kuran ın yanlış yorumları ve tevilleri ile değil hakikatinin hakemliği ile uzlaşmanın yol ve yöntemi geliştirilmeli meshepcilik dinin kendisi sayılmamalıdır.

Talha
Admin

Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 09/11/09

http://talha95.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz